Ocak 20, 2005

İstanbul’un halleri...

Maddenin halleri vardır ya hani; katı, sıvı ve gaz halleri... Bu sabah uyandığımda farkettim ki İstanbul’un da kendine has farklı farklı halleri varmış...

Sabah uyanınca çoğumuzun ilk yaptığı şeylerden biri camdan dışarıya bakmaktır. İşin belki de hiç farkında olmadığımız tarafıysa, camdan bakıp da gördüğümüz manzaranın o günkü ruh halimizi neredeyse tamamen etkilediği...

Bugün (17 Ocak, Pazartesi) benim için öyle bir gün oldu... Yediye on kala kalktım, WC ziyaretine müteakip pencereden dışarı baktım... Sabah olmasına rağmen hava karanlıktı, soğuktu, rüzgârlıydı ve saksı bitkilerinin yapraklarına su sıkmak için kullanılan spreyden fışkırtılıyormuşçasına ince ince yağmur yağıyordu...

‘Melodram’ İstanbul
Dedim ki: “Tam melodram havası!”
Yani tam “işe gitmemelik”, “evde oturmalık”, “çay demlemelik”, “kurabiye yemelik”, “çekirdek çıtlatmalık”, “kanapeye battaniyeye sarılarak yayılmalık” ve “Ediz Hun, Türkan Şoray veya Filiz Akın’lı bir film seyretmelik” hava! Yani İstanbul’un –bence- ‘melodram’ hali!

İşte o anda, buram buram kokan bu ‘melodram’ havasının İstanbul’un ‘hallerinden’ sadece birisi olduğu dank etti kafama... Öyle ya, daha ne halleri vardı İstanbul’un...

İşte benim biraz düşünüp de bulabildiğim diğer halleri İstanbul’un:

‘Gönülçelen’ İstanbul
Ne demiş Orhan Veli?

Beni bu güzel havalar mahvetti
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden
Tütüne böyle havada alıştım
Böyle havada aşık oldum
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti
Beni bu güzel havalar mahvetti

Benim ‘gönülçelen’ dediğim hal, işte şaire bu şiiri yazdıran halidir İstanbul’un... Öğrenciye okulu kırdırır, sevgiliye evlenme teklif ettirir, gencin kanını kaynatır, ihtiyarı gençleştirir, mutluluk verir, cesaret verir, insana olmadık şeyler yaptırır... En güzel halidir İstanbul’un...

Bu hale genelde yaz arefesinde bürünür şehir... Bir de Pastırma Yazı’nda belki... Ne serindir hava, ne de sıcak... Emirgân Korusu’nda lâleler açmıştır. Gökyüzünde bulutlar pamuk şekeri gibidir; güneş tatlı tatlı yüzünüzü okşar...

‘Göbektaşı’ İstanbul
Sıcak... Yapış yapış... Tozlu... Bunaltıcı...

Temmuz’dan, Ağustos’tan bahsediyorum... En zor halidir İstanbul’un. Ne sokağında yürünür, ne de insana derin bir nefes aldırır.

Ama öyle bir şehir ki bu, gölgesine sığınacak bir çınar bulur da çayınızı yudumlayarak gazetenizi okursanız, hele bir de nargile tüttürürseniz üstüne, bu haline bile aşık olursunuz İstanbul’un...

‘Kadife’ İstanbul
Hava kapalı ama huzur verici... Rüzgâr ya esmiyor ya da ufak ufak üflüyor... Denizin vaziyeti ise, balıkçıların deyimi ile “karıncaların su içtiği*” cinsten... Dökülen yapraklar sokakları kaplamış, içinize çektiğiniz her nefes ruhunuzu kadife kumaş gibi sarıyor...

Alpay “Eylülde Gel” der bir şarkısında... İşte tam da o zamandır İstanbul’un bu ‘kadife’ hali...

‘Kaymaklı’ İstanbul...
Rengi kaymak; hatta dondurma gibi kaymak; ve hatta mastar halinde bir fiil olarak bildiğimiz ‘kaymak’...

Çocukların en sevdiği halidir bu İstanbul’un... Okullar tatil olur, annelerden havuç istenir, kardanadamlar yapılır...

Büyükler mi? Onların aldığı keyfi, karlar altındaki İstanbul’u sahleplerini yudumlayarak seyreden zevk sahiplerine sormak gerekir...

Kaymağın süttozuyla yapıldığı, kadifenin tüysüz kaldığı, göbektaşı’nın çatladığı, ‘gönülçelen’lerin ‘gönülkıran’ olduğu ve ‘melodram’ların kötü sonla bittiği İstanbul hallerini hiç görmemek dileğiyle...

Peki ya siz bu şehrin en çok hangi halini seviyorsunuz?

* “Karıncaların su içmesi” deyimini ben de yeni öğrendim sayılır... Sanırım 8-9 sene önceydi. Rumeli Kavaklı balıkçılardan duyulan bu sözdeki anlatım o zaman da çok hoşuma gitmişti. “Karıncaların sahilden –denize kapılmadan- su içebildikleri, milimetre bile kımıldaman duran sakin, sessiz bir deniz” anlatılmak istenir bu sözle...


Yazımın bulunduğu orijinal kaynak için buraya tıklayınız


Hiç yorum yok: