Mayıs 30, 2005

Mayıs 29, 2005

Yarım kilo blogluk laf...

İyi, hoş, şu sanal alemde kimseye hesap vermeden, herkesçe ulaşılabilir olsa da günde 50 bin kişi ziyaret etmediği için nazarımda hâlâ 'hususi' olan canım bloguma her daim de bir şey yazamıyorum. Kasaba gidip "yarım kilo blogluk laf ver" de denilmez... Öte taraftan bir kaç gün yazmazsam da garip bir rahatsızlık duyuyorum.

Netice itibariyle böyle saçmalıyorum işte... Gün içinde kafamdan binlerce şey geçmiyor mu? Geçiyor... Kafamı meşgul eden olaylar / konular olmuyor mu? Oluyor... Hepsini burada yazasım geliyor mu? Gelmiyor. Niye?

Sanırım az evvel ifade ettiğim 'hususiyet' hadisesi yeteri kadar 'muhafazalı' olmadığından...

Yoksa çok şey var, çoook...

Mayıs 25, 2005

Foto Albümü




Atalet limanından demir alma vakti...

Temel kişilik sorunlarımdan biri bu... Yapmam gerektiğini bildiğim şeyleri yapma konusunda harekete geçememem, sık sık basiretimin bağlanması, bir şeyleri 'havadan gelse' diye bekleyişlerim...

Hayatımız kendi içinde bir tekamülden ibaretse, atalet limanından demir alma vaktim gelmiş de geçiyor demektir.

Şu an itibariyle yapmam gerekenleri yapmaya başlıyorum. Hem de bir bir... Kendime sözüm olsun!

Mayıs 24, 2005

Ben ‘taraftar’ değilim!

Şampiyonlar Ligi finaline ev sahipliği yapacak olmamızın getirdiği gergin telaş ve heyecan, üstüne üstlük Türkiye Süper Ligi şampiyonunun da henüz lig sona ermeden belli olması, gündemi ister istemez futbola kilitliyor; kımıldayamıyorsunuz… Ah, keşke ben de daha iç açıcı şeylere kilitlenebilseydim…

Âdemoğlu yerinde rahat duramıyor! Şu fani dünyadaki tek arzumuz bir dirhem huzurdur desek de, şöyle bir rahat etmeyi ister gibi görünsek de, belli ki hiç birini istemiyoruz aslında. Varsa yoksa kutuplar yaratalım, itişelim, kakışalım… Sonra da buna şöyle bir isim takalım:

“Taraftarlık”

“Hoppala” demeyin; sabredin, kulak verin…

Maviler ve Yeşiller
Üzerinde yaşadığımız kent daha çok, ama çok gençken, bugünün İstanbul’una henüz ‘Doğu Roma’ denildiği yıllarda görüyoruz bu ‘ateşli’ taraftarlık örneklerini: ‘Maviler’ ve halkın takımı ‘Yeşiller’

Günümüzde, hafta sonları gidip de fotoğraf çektiğimiz Sultanahmet Meydanı’nın tam ortasında, 532 yılında, üç anıt sütunu çevreleyen Hipodrom’da 30 bin Bizanslının ölmüş olması sizin için bir şey ifade ediyor mu?

Peki ya tarihe Nika Ayaklanması olarak geçen bu hadiseyi Yeşiller ve taraftarlarının başlattığını söylesem?

Tarihin ‘kırmızı’ sayfaları karşıma çıktıkça, ‘tarih tekerrürden ibarettir’ sözü daha da ürpertici hale gelir gözümde. Tıpkı şu an olduğu gibi...

“Hangi takımı tutuyorsun?”
Daha bacak kadar çocukken, kuşaklardır İstanbullu olan annemin dedesini tanıma şansım olmuştu. O sıralar 5 – 6 yaşlarındaydım. Osmanlı Bankası emeklisi olan büyük dedemi Pazar günleri Moda’daki evlerine ziyarete gittiğimizde beni dizlerinin üzerine alır ve şimdi annemlerde duran o eski lambalı radyosundan dinlediği Fenerbahçe maçlarını bana da dinletirdi. İşte o günlerde, “Hangi takımı tutuyorsun?” sorusuna verilecek cevap da bana öğretilmişti: “Fenerbahçe”

Yine o yıllarda, 90’ı aşmış olan büyük dedem ve sevgili pamuk karısı, evlerinin boş odasına kendilerine göre çok genç, ama 60’a merdiven dayamış olması nedeniyle aslında kendileri gibi yaşlı olan bir kiracı almışlardı. Böylece hem ani bir rahatsızlık durumunda kendilerini daha güvende hissedecekler, hem de yalnızlıklarını bir nebze de olsa gidereceklerdi. 4 ya da 5 sene evvel kaybettiğimiz o kiracının Lefter’den önceki kuşağın temsilcisi olarak Fenerbahçe’de top koşturduğunu ise çok çok sonraları öğrenecektim.

Ben taraftar değilim!
Açık konuşmak gerekirse, işte bu iki göçüp gitmiş eski topraktan öğrendiğim taraftarlık kavramını günümüze taşıyamıyorum, taşıyamadım da… Belki de bu yüzden statları, maç çıkışlarındaki kalabalığı, kopartılan o belden aşağı yaygarayı, satırları, döner bıçaklarını, taşlı sopalı kavgaları anlamlandıramıyorum; kafamda her hangi bir yere oturtamıyorum.
Netice nedir biliyor musunuz? Şimdi bana “hangi takımı tutuyorsun?” diye sorduklarında, bundan neredeyse otuz sene önce öğrendiğim cevabı artık veremiyorum; beni de –onlar gibi- ‘taraftar’ sanacaklar diye…

Eğer taraftarlık dediğimiz melanet rakip taraftarı dövmekse, sporcunun yedi ceddini küfürle giydirmekse, her maç günü en az birkaç belediye otobüsünün camını çerçevesini indirmekse, ben taraftar değilim.

Olmak da istemem, istesem de olamam…

Daha dün konuştuk; Kadıköy’e ellerinde biletleriyle giden Galatasaraylıları almamışlar, ‘güvenliğinizi sağlayamayız’ diye…

Güvenlik mi?

Orada kolluk kuvvetleri olmasa, en az Fenerbahçe taraftarı kadar Galatasaray taraftarı da stada gitse ve bu binlerce insan öylece kendi hallerine bırakılsa ne olur hayal edebiliyor musunuz?
Hayal etmeyin, cevabı geçmişte arayın. Ne anlatmıştım az önce? Maviler, Yeşiller ve 30 bin ölü…

Maç mı, savaş mı?
İstanbul Emniyeti alarmda… Avrupa’nın en büyük kupası, İstanbul’da oynanacak karşılaşma sonrası sahibini buluyor. Bazılarınız, bu maçın sonucu belli olduktan sonra da bu satırları okuyor olabilirsiniz. Mühim değil… Mühim olan, hissettiğimiz tedirginlik.

Ya olaylar çıkarsa? Ya arbedede birileri yaralanır, maazallah ölürse? Ya İstanbul’da yabancı taraftarlara kafa tutulur, kavga gürültü çıkarılırsa?

Bilgi çağı, insanlığın geldiği en ileri nokta, medeniyetin doruk noktası…

Şimdi mi? Dalga geçmeyin!

Neredeyse 1500 sene önceki halimizden farkımız yok ey Âdemoğlu! Varsa yoksa birbirimizi kıralım, dökelim…

Hep birlikte, el ele…
Türk milleti olarak bizi birbirimize bağlayan en önemli tutkal, milli duygularımız. Ama nedense bu milli duygularımız hep zor anlarımızda ortaya çıkar: Büyük acılar, milli meseleler…

Tek arzum, sahip olmamız gereken ve bir insana yakışan olgunluk ve bilince, bir acı tecrübe vesile olmaksızın erişebilmemiz…

İzin verin, biraz önce özlemle andığım Fenerbahçeli futbolcu, aile dostumuz Kosta amca bitirsin bu haftaki yazıyı:

“Bizim zamanımızda öyle ayrı tribünler falan yoktu… O zaman da en büyük maç Galatasaray maçlarıydı ama stada hep birlikte el ele gider, yan yana maç seyrederdik. İnce ince birbirimize takılır kızdırırdık.”

Özlememek mümkün mü?

(istanbul.com için gece gece yazdığım yazı... Oradan önce burada! E, kendimizi de kıyağımız olsun o kadarcık değil mi ama?)

Mayıs 23, 2005

Hay benim şom ağzıma...

Şom ağızlı derlerdi de inanmazdım! Aha işte; kaldık yine buralarda...

Acısız pazartesiymiş... Peh!

Acısız Pazartesi...

Çalıştım, çalışmadım değil; lâkin ziyadesiyle bahtiyarım ki şu pazartesi gayet de çabuk geldi, geçti, bitti... Hoş, henüz paydos etmedim; son anda bir iş patlar mı patlamaz mı bilinmez ama biz bitti diyelim de öyle olsun...

Mayıs 21, 2005

Haftasonu olmayan Cuma

Yarın yine işe gideceğimden kelli, bu cuma pek de haftasonu gibi değil... Fazla oturmaya ne halim var ne de vaktim. Ama bu durum, şöyle güzel bir Fifa 2005 turnuvasına engel değil :)

Komutana not: icq mesajımı almadıysan aha şu adrese gidiver: gizliyuz.blogspot.com

Mayıs 19, 2005

“İzin”deyiz Atam; affet…

Yarın 19 Mayıs. Türkiye Cumhuriyeti’nin doğmasıyla sonuçlanan uzun ve meşakkatli bir mücadele için atılan ilk adımların 86. yıldönümü… Ve biz, memleketin dört bir yanınını “Atam izindeyiz” pankartlarıyla donatacağız yine... Peki ama ya biz gerçekten de o’nun izinde miyiz? Sizce?

Her ne kadar gençliğe adanmış bir bayram olsa da, 19 Mayıs’ı kutlamak için genç olmak gerekmiyor… Kutlamaktan da öte, 19 Mayıs’ın bize hatırlatması gereken o kadar çok şey var ki…

Hepinizin 19 Mayıs’ı kutlu ve mutlu olsun!

Merak etmeyin; ne inkılap tarihi konusunda ahkâm keseceğim, ne de kahramanlık hikâyeleri anlatacağım. Madem ki 19 Mayıs gençliğin bayramı, bayramlarda gayet de güzel “Atam izindeyiz” diyen gençlere birkaç çift lafım, daha doğrusu hatırlatmam olacak.

Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi…

Tıpkı İstiklâl Marşı gibi, tıpkı Atatürk’ün hayatı gibi, bize –mecburi olarak- ta ilkokulda ezberletilen bir metin…

İş ezberletmekle olmuyormuş dostlar, olmuyormuş…

Her derdimizin altından da onlarca yıldır süregelmiş ezberci eğitim çıkmıyor mu zaten?

Bu satırları okuyanlar lütfen çevrelerinde gördükleri, tanıdıkları gençlere tam da 19 Mayıs’ta sorsunlar. Sorsunlar, “Atatürk’ün gençliğe hitabesinde anlatmaya çalıştıklarını ve temel öğüdünü bir-iki cümleyle anlatır mısın?” diye…

Bunu yaparsanız, neyi kastettiğimi çok daha iyi anlayacaksınız…

Ha, sanmayın ki gençleri kabahatli buluyorum; tam tersi, onlar suçsuz olanlar… Değil mi ya; “ne ekerseniz, onu biçersiniz…”

Ata’nın izinde olmak öyle yanlış bir noktaya geldi ki günümüzde… Öyle ki, 19 Mayıs dolayısıyla ve “Atam İzindeyiz” sloganı altında Dolmabahçe’den yola çıkılıp deniz yoluyla Samsun’a gidiliyor. Gerçek bu, araştırın görün…

Sen tut, Mustafa Kemal’i Olimpos’un tepesine, Zeus’un yanına oturt, düşünce biçimini ve öğretisini de olabildiğince şekilci hale getir ve en nihayetinde bunu bile öğretme, ezberlet!

Ah, ah…

Affet Atam, izindeyiz… İzin dediysek tatildeyiz yani…

--/--

Sadece gençlerden değil, herkesten bir ricam var. 19 Mayıs’ta o meşhur hitabeyi bir kez daha okuyun…

Ama bu kez farklı bir gözle bakın… Kelimelerin anlamlarını biraz daha genişletin, alt mesajları arayın ve lütfen “memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir” konusunu şöyle bir etraflıca düşünün:

İşgal kavramını silah - asker - savaş odaklı olmaktan çıkarın ve Atatürk’ün İktisat Kongresi’nde “Asıl Kurtuluş Savaşımız şimdi başlıyor” dediğini de hesaba katın…

Sonra da bir sağınıza, bir solunuza bakın…

“Atam izindeyiz” diyorduk değil mi? Peh!

--/--

Onlarca yıl boyunca süregelen iktisat savaşını kaybetmişiz…

Bizi bizden almışlar, içimizi boşaltıp bir de borçlu çıkarmışlar; ruhumuz duymamış…

Düşünmek, anlamak, çalışmak ve kaybettiklerimizi geri almak için ihtiyacımız olan gençlikten ricamdır:

‘İzin’den dönme vaktidir ey Türk gençliği!


Herkesin bayramı tekrar kutlu olsun!

(istanbul.com'daki bayram yazım... Orijinali için buraya tıktık yapınız)

Mayıs 18, 2005

Yoruldum...

Bu aralar çok çalışıyorum yine... Dün gece saat 3'lere kadar evde proje yazdım. Şimdi de yazmam gereken bir dolu şey var ama içimden gelmiyor hiç...

Yazmasam mı acaba?

Mayıs 15, 2005

Rakı şişesinde balık...

Dün Ebru, ben ve henüz yeni tanıştığım iki kişi (Ebru'nun eski işyerinden arkadaşı ve kocası) Cambaz'ın meyhanesine gittik... İyi hoş ama fena içmişiz...

Meyhanede yemek boyunca 5 ya da 6 duble rakı içtim; oradan çıkıp Melek'e uğradık, orada 2 bira içtim; oradan da çıkıp DoRock'a girdik, orada da 1 bira içtim... Eve geldikten sonra yatağa nasıl girdim hatırlamıyorum bile... Saat 4 falandı...

Yatmadan evvel 2 Alka-Seltzer eşliğinde 1 Apranax Forte aldık ki sabah cihaz olmayalım. Ama nafile... Sabah berbattım! Gece yatmadan evvel içtiğim dozu sabah da tekrarladım. Sonra sıkı bir kahvaltı... Yine de yaramadı... Acayipi bir uyku bastı ve yattık Ebru'yla tekrar... O hâlâ uyuyor; ben 'kola' diye delirerek kalktım... Daha iyiyim... Önden kolamı içtim; 1 kalsiyum sandoz C vitamini, 1 Pharmaton ve 1 de multivitamin aldım; üzerine de Burn içtim, ancak kendime geleceğim galiba...

Çekilir dert değil; bir daha bu kadar içmemek lâzım.

Yaşlanmışım; artık bünye kaldırmıyor... :)

Mayıs 11, 2005

AdSense hadisesi...

Sırf Google'ı sevdiğimden, AdSense azası olarak sevgili bloguma reklam aldım. Tahminimce 3 sene sonra 50 dolar kazanabilirim :))

İsteyen tıklasın, bana birkaç sent kazandırsın :)

(bkz. sağ sütün, hava durumu üstü)

Mayıs 10, 2005

19'u beklerken...

Pek eğlenceli bir gün olduğu söylenemez; ama nankörlük de etmemek lâzım. Daha ne günler gördük biz...

"Akşam olsa da gitsek" modunda geçiyor dakikalar...

Ha gayret!

Global cehalet

İşte istanbul.com'a gelen mesajlardan biri... Allahım bu nasıl cehalettir? Ahanda, noktasına dokunmadan:

"Hi, I am going to be visiting your city in several weeks. I am very excited. I have heard such wonderful things about it from everyone I know. The reason for my message is that I'm kind of confused about the political situation in the city. I was recently informed that Paraguay controls city, the surrounding suburbs, and the Bosporous Straits. When did this come about? Should I have a pretty good grasp of Spanish before visiting the city. I took some in high school but I'll probably have to practice a little. Also, is the Bosphorous shallow enough for an inexperienced swimmer to safely manage? If not are there inner-tube or life jacket rentals? I've heard such great things about your city I can barely stand the wait before my vacation! I look forward to hearing from you. Muchos Gracias, Meghan Houlihan"

Explanation for non-Turkish visitors: The italic text above is an example of a wrong information related to Istanbul, and of course Turkey. This message has been sent to us (istanbul.com) through our online question form, and rapidy answered, as usual... The answer is here:

"Dear Meghan;

First, we're glad that you're excited about Istanbul. But, we're afraid, you've informed in a very wrong way...

Turkey has barely no political relationship with Paraguay and two nations have never had been in a political conflict, nor partnership in history. We're so far between each other and in Istanbul, there's nothing related to Paraguay and its culture.

Turkey is founded in 1923, after collapsing the legendary Ottoman Empire. Istanbul was the capital city of the Ottomans, but after foundation of th modern republic Ankara became the new capital. But still, Istanbul is the biggest and the most crowded city of Turkey and is the center of culture, history and economics.

No other authorities have ever controlled any part of Turkey's land in history, and of course Istanbul and its suburbs is under control of Turkish Republic, like the other territories of Turkey.

To sum up, your Spanish knowledge won't help you while you're in Istanbul. Istanbul is very attractive to the tourists from all over the world and English is the most commonly known foreign language in Istanbul. Especially in the touristic places, your English will be enough for you to be understood.

Second, because the Bosphorus Straight is an important gateway between the Blacksea and Marmara / Aegean, there's a heavy traffic on it. Lots of petroleum, dry cargo and mass transportation ships passing through, so no sportive activities can be done in Bosphorus. But, of course, you can find diving clubs in Istanbul and they can help you to find out a proper place to dive without experiencing any problems.

For your info: The deepest point of the Bosphorus is 106 meters (~347 feet)

We hope you'll enjoy your visit to Istanbul.

Best regards,"

Mayıs 09, 2005

Ah Dave, vah Dave

SKoM belgeseline taktım galiba ama birkaç söz daha söylemeden bu bahsi kapatamayacağım: Ey Mustaine, senin bu kadar Metallica'ya taktığını, takıldığını, bataklığa saplanmış gibi çırpındığını bilmezdim.

Belgeselin bonus DVD'sinde Dave ile Lars arasında geçen konuşmanın bir başka parçası var ve o parça belgeseldekinden daha çarpıcı bence...

Sen tut, koskaca Megadeth'in babası olarak oraya otur ve neredeyse 'Metallica' diye hönkürerek ağla...

Megadeth fanları bu manzarayı hiç beğenmemiştir eminim...

Hastalıklı gibi olmuş, sarmış, o günlerden kurtulamamış.

Eğer o an Lars "gel, seni gruba alalım, hiçbir şey olmamış gibi yolumuza devam edelim" dese, Dave hemen o anda Lars'ın boynuna atlar ve sevinçten hıçkırıklara boğulurdu... Megadeth'i falan iplemezdi...

Hiçbir başarın olmasa, ite kopuğa dönüşmüş olsan neyse be Mustaine; sen Megadeth'sin! Sağlam dur, geçmişi ittiret, yazıktır...

Ah ah, nasıl da ufaldın ekranda; bir yandan da sarılıp teselli edesim geldi seni...

Monday the mothafucka!

Pazartesilerden ben de nefret ediyorum... Hele bir de havalar güzel olunca daha çok nefret ediyorum...

Haftasonu kapayan hava haftaiçi neden böyle çiçek gibi olur ki?

Şöyle bir Boğaz'a uzanıp çay içmek vardı şimdi...

Mayıs 08, 2005

Bir çeşit canavar!


Seyretmeden evvel bu kadar hoşuma gideceğini düşünmemiştim... Metallica bu; onunla büyüdüğüm, benimle yaşlanan ikon...

St. Anger öncesinden albümün çıkışına kadarki döneme dair cesur bir belgesel... Akıcı bir anlatım var; geçmişe de dokunuyor, üyeler haricinde başka önemli karakterler de belgesele renk katıyor.

Metallica fanı olarak onları iyi tanıdığımı sanırdım, yanılmışım. Metallica dinlediğini iddia eden herkes seyretmeli. Metallica'yla ilgisi olmayanlar bile bu belgeselden hoşlanacaklardır...

Albümü kenara atmıştım; çıkarıp tekrar dinleyeceğim... (Diskteki folderdan tabii :))

(Edit 09.05.05) Ebru seyredince çok beğendi. Hiç tahmin etmezdim. Dolar milyarderi Metallica şirketinin dolar milyoneri 3 ortağının bu sancılı albüm doğurma süreci onun bile ilgisini çektiyse, bu belgesel 'güzel' demektir :)

Mayıs 07, 2005

Tosundan selamlar...

Hoşgeldim...

Evvvvett!

Bilgisayarın başına hoşgeldim... Aslında şu saatte uykum geldi ya, neyse artık dayanacağız bir süre... Ertesi gün işe gidilmeyecek bir cuma gecesi uyunarak heba edilir mi hiç?

Mayıs 06, 2005

Gerçek haftasonu (nihayet!)

Uzun zamandan beri çalışmayacağım ilk haftasonu geldi çattı...

Sevinçli miyim? Evet... Hayvanlar gibi uyuyacak mıyım? Evet... Gecenin körüne dek bira ve sigara içip oyun oynayacak mıyım? Evet...

E harika o zaman!

Mayıs 03, 2005

Yazı

istanbul.com'daki yeni yazı ahanda buradadır.

Tosun ele geliyor...

Kuştan bahsetmeyeli uzun zaman olmuştu...

Sabrın sonu selamettir derler, doğruymuş. Uzun çabalarımız sonucu tosun artık hoplaya zıplaya elimize geliyor... Evin içinde de uçmaya başladı veled...

Stres atmak için birebirmiş hayvan... Al eline, oyna, rahatla...

İyi ki almışız seni tosun bey!

Not: Ne zamandır buraya fotoğraf da atmıyormuşum. Bu haftasonu çeker koyarım artık bol bol :)

Mükâfat...

Delice çalışmalarım karşılık buldu: 200 YTL...

Vay be!


(bkz: boncuk takacaklar)

Mayıs 02, 2005

Yeni izlenenler...

Hep resimli koyardım buraya ama olsun; bu sefer de böyle olsun...

Exorcist the Beginning / The Ring 2

99.99%

Ohh...

Oh ki ne ohh...

Yeni işler ensemize çökene kadar 'deli koşuşturması' sona erdi... Bu haftasonu o özlediğim 'malak yatışı'nı gerçekleştirebileceğim sanırım...

Cuma günü yine özlenen bir gün haline geldi. Hayırlı olsun...