Aralık 29, 2006

Mutlu yıllar!

  • Yeni yılınız kutlu olsun! (Türkiye Türkçesi)
  • Yeni iliniz mübarek olsun! (Azerbaycan Türkçesi)
  • Canga cılıngız kuttı bolsın! veya Cana cılınız ben! (Kazak Türkçesi)
  • Cangı cılıngız kuttu bolsun! (Kırgız Türkçesi)
  • Yengi yılıngız mübarek bolsun! (Özbek Türkçesi)
  • Teze yılınızı gutlayaarın! (Türkmen Türkçesi)
  • Yengi yılıngızğa mübarek bolsun! (Yeni Uygur Türkçesi)
  • Canga cılıngız kuttı bolsın! (Karakalpak Türkçesi)
  • Sezne yanga yıl belen tebrik item! (Tatar Türkçesi)
  • Yanı ılınız kaırlı (mubarek) olsun! (Kırım Tatar Türkçesi)
  • Hezze yangı yıl menen kotlayım! (Başkırt Türkçesi)
  • Cangngı cılığıznı alğışlayma! (Karaçay-Malkar Türkçesi)
  • Yana yılınız men! (Nogay Türkçesi)
  • Yangı yılıgız kutlu bolsun! (Kumuk Türkçesi)
  • Yeni yılınızı kutlerim! (Gagauz Türkçesi)
  • Sizni yanhı yıl bıla kutleymın! (Karay/Karaim Türkçesi)
  • Naa çılnang alğıstapçam şirerni! (Hakas Türkçesi)
  • Caa çıl-bile bayır çedirip or men! (Tuva Türkçesi)
  • Slerdi cangı cılla utkup turum! (Altay Türkçesi)
  • Naa çıl çakşı polzun! (Şor Türkçesi)
  • Ehigini şanga cılınan eğerdeliibin! (Saha / Yakut Türkçesi)
  • Sene sul yaçepe salamlatap! (Çuvaş Türkçesi)

Aralık 18, 2006

Eyes Wide Open

İnsan ilginç bir yaratık. Günü gününe uymaz...

Yıldız transitleri der biri, öbürü bioritm der; her ne haltsa işte...

Mesela "alttaki yazıyı silsem mi acaba?" dedim bugün de!

Niye mi? Yalan mıydı yazanlar? Yok... Sadece aşırı karamsardı. Bir Makber ya da bir Ümit Yaşar tadında... Peh!

Haydi bari aynı metaforla devam edeyim bugünkü halet-i ruhiyemi izaha:

Gözüm kapalıymış meğer, karanlık ondanmış.

Sesler de kulağımın dibindeki sineklermiş.

Ayrıca ben pilot falan da değilmişim.

Hatta karabasanmış herşey...

Uyandığımda şu dersleri aldığımı fark ettim:

1) Hayat çok mıncıklamaya gelmez; mıncıkladıkça çamurlaşır, kötü kokar, eline yüzüne bulaşır. Hatta her dokunduğun insana da bulaştırırsın sonra bu pisliği. Böğ!

2) Hayatta sadece öne bakılır. Sağa, sola ya da arkaya değil...

3) Hayat sadece senindir.

4) Sağ salim ve mutlu olarak yaşadığın her an, istediğin her şeyi yapmak için yeterli vaktin ve kudretin olduğunun kanıtıdır.

4) Blog gibi umumi bir mecraya böyle her boku yazmak pek iyi bir fikir değildir.

5) Ben salağım yine de...

Aralık 17, 2006

Ortaya karışık tereddüt ve endişe (Özel isyan sosuyla)

Kaç yaşında olduğunu otuzundan sonra yıl yıl saymıyor insan.

Hâlbuki 10'lu yaşlarda aylar bile hesaba katılırdı, önemliydi...

20'lerde, her 'bir' yaş 'on' gibi gelirdi...

30'lar ise erkekler için enteresan bir dönem. Ortalama uzunluktaki bir hayat otobanında, orta düzlük gibi...

Hafif öne eğimli bir düzlük…

Önceki kilometrelerde arabaya alışıp direksiyon hâkimiyetini kurmuşsan, tecrübe ve donanım kazanmışsan, yolda motora iyi davranmışsan, lastikleri ısıtmışsan, iyi ve kontrollü hızlanmışsan bu düzlükte iyice kaptırıp gidiyorsun.

Arabanın Allah vergisi doğal yeteneği de bu durumda etkili tabi ama bunlardan birkaç tanesini beceremeyenler genelde düzlük bitiminde başlayan rampada sorun yaşıyor.

Tıknefes…

Sonra ya inip itiyorsun arabayı ya da birinci viteste bağıra bağıra otoban 50 ve 60’a bağlanıyorsun.

Sonrası zaten yaya yolu…

Ben ise yanlış bir saatte çıktım yola galiba, çünkü bu önemli düzlüğe girdiğimde gün batıyordu, şimdi ise zifiri karanlık…

Farlar da çalışmıyor anasını satayım!

Camdan bakınca hızla geride bıraktığım ağaçları görmüyorum. Ya da düz gidip gitmediğimi… Hatta araba gidiyor mu ondan bile emin değilim…

Belki de gidiyor, farkında değilim ve sabah olunca kadranda 300 km/s göreceğim; kim bilir?

Olsun; görmüyorum ya, sorun o…

Karanlık çökerken benle birlikte aynı anda bu düzlüğe girenler nerede? Onlarca kilometre fark mı atacaklar 40’lar rampasına girerken bana, yoksa ben mi önde olacağım?

Daha da kötüsü, böylesine hırslı bir şoförlük benim tarzım mı, onu bile bilmiyorum.

Yanda tarlalar var muhtemelen. Çimenler falan. Yatıp uzanmak da var sabaha kadar. Orada çadır kurmak, umarsızca takılmak…

Emin olduğum ve kontrolümdeki tek bir şey var, onu biliyorum:

Vites boşta…

Yeteri kadar hızlı girdiğimi sandım eğimli 30’lar düzlüğüne; “motor zorlanmasın, yakıt harcanmasın, bu bile yeter herhalde” diyerek ve her zamanki temkinle…

Arada sırada kuvvetli motor sesleri geliyor. Demek ki birileri azim ve hırsla gazı köklüyor.

Benim arabam süper hâlbuki…

Pilotta meymenet yok!

“Bana ne” demek var, “ulan ayıptır bu arabayla da madara olmayalım” demek var…

“Bana ne” desem, gün ağarınca pişman olur, kendime “salak” derim diye korkuyorum…

“Saçmalama ulan deyyus baz gaza” desem, yolun sonunda “ulan ne gereği vardı bunca çabanın? Geldiğimiz yer aha işte aynı! Bre dangalak! Tozu dumana katarak geçtiğin yollarda bir sürü güzellik vardı, birinin bile keyfine varamadın” demekten…

Bak yine sesler geliyor…

Gaza basıyorlar.

Canavarca sesler.

Başımı ağrıtıyor.

Geçip gitseler, rahata öyle mi erse başım, yoksa basıp gaza herkesi geçerek mi kurtulsam bu telaşlı ve gürültülü kalabalıktan?

Atalet ve ben…

Ayrılmaz ikili…

Acilen farlarımı tamir etsin birisi. Ay doğsun ya da…

Görmeden karar veremiyorum…

İmdat!

Aralık 11, 2006

Güncelleyememelere dair...

Hayatta yeni önceliklerim mi oluverdi?

Hayır...

Niye burası kıpraşmıyor?

Bilmem...

Hakikaten "vaktim yok" demek bile yeterli açıklama değil çünkü vaktim olduğu zaman da bu vakti başka şeylere harcıyorum. Aha işte wwwsaire'ye bile -ki daha çok özen gösterecektim oraya- daha yeni bir-iki laf ekleyebildim.

Benden adam olur mu?

Bilmem, belki hâlâ umut vardır...

Kasım 01, 2006

Yaşarken de gariban, ölürken de gariban...

Unuturuz işimize gelmeyen her şeyi. Milletçe sahip olduğumuz en önemli ortak özelliklerden birisi değil mi bu?

İşine gelmiyor mu? Salla!

Zelzele olmadıkça zelzele yalan.

Unutuveririz.

Hemen.

Anında.

Bir zelzele sonrasında başladı yine "Büyük İstanbul Depremi" laflamaları...

Öyle bir gerçek yoktu ya, işimize gelmiyordu ya, mecburen hatırladık.

Efendim derler ki İstanbul da bu felakete hazır değil, vatandaş da hazır değil.

İşte vatandaşın hazırlıksızlığı mevzubahis olunca damarıma basılı basılıveriyor.

Bre densiz deyyuslar!

Kazandığı üç kuruşla zar zor geçinen, başını soktuğu binanın depremde çökmesini bir yana bırakın, hayatta her şeyi göze alarak yaşayanlar ne yapsın? Nasıl önlem alsın?

Mühendis çağırıp evine takviye kiriş ve kolonlar mı yaptırsın? Yoksa bin lira daha fazla harcayıp sağlam bir eve mi taşısın ailesini?

Her konuda olduğu gibi depremde güvenerek oturulacak bir evde yaşama konforunu yine maddi refaha sahip kesim yaşıyor maalesef kentimizde.

Sosyal devlet mi dediniz?

Peh!

Gariban ölse de gariban, yaşasa da gariban...

Rezidanslarda mukim halkımız çok yaşa!

Diğerlerinin ruhuna el-Fatiha!

Ekim 16, 2006

Bugün...

Tam dört yıl önce bu dakikalarda, bekâr olarak uyuyacağım son gece için, yine Ebru'yla beraber yatağa giriyordum. Yıllar ne de çabuk geçiyor...

Eski resimlere baktıkça yaşlandığını hissediyor insan; hele 30 yaş sınırını psikolojik olarak aşınca. Evet; daha kiloloyum (evet evet daha da), yüzümde artık 35 civarında bir adam olduğumu ispatlar pek çok işaret var...

"Yaşaya yaşaya" yaşlanmanın güzel tarafı nedir biliyor musunuz? Toyluktan kurtulmuş biri olmak.

Zannımca bir erkek için en güzel yaşlar 30'lu yaşlar. Bu yılları verimli değerlendirirseniz, 40'lı yaşlarda başlarsınız meyvelerini toplamaya...

Evlilik zor bir karar falan değil. Karara etken tek parametre aşk falan da değil. Bir an gelir ki "evet bunu yapmalıyım" diye hissedersiniz. Ama bu istek size son derece mantıklı da gelmeli. Ne sadece duygu, ne sadece mantık.

Sadece bunlardan biri yüzünden bu kararı verirseniz zaten üzülerek söylemeliyim ki o beraberliğin "ölene dek" sürmesi zorlaşır. Ha, büyüklerimizde olduğu gibi zamanla da gelişebilir eksik kalan farkındalıklar (aşk ya da mantık) ama tabi bu büyük bir şans olacaktır.

Sonuç?

Doğru karar vererek "evet bunu yapmalıyım" diyen bize, dertsiz, tasasız, mutlu ve sağlılklı nice uzun yıllar!

(Not: Seneye bugünü daha görkemli kılmak için planlarım var. Bu yıl belki de en sönük geçeni olacak. Valla ortak bir karar; eşeklik falan etmiyorum!)



speedtouch 580 wireless adsl

Hani bir şeyi çözemezsiniz, internette ararsınız yine de sonuç alamazsınız ya? Evet çok sinir bozucudur. O yüzden benim çektiğim sıkıntıyı başkaları yaşamasın diye bir küçük tecrübeyi paylaşayım istedim:

Efendim bu cihaz, ağ ayarları dışında diğer varsayılan ayarları değiştirmediğiniz takdirde, "parental control" fonksiyonu yüzünden bağlantı hızınızı yarı yarıya düşürecek cihazdır. Ancak paniğe mahal yoktur; çözüm, dağıtıcı firma taciz edilerek öğrenilmiştir:

10.0.0.138 adresinden modem yönetimi sayfasına gelin. Speedtouch'u açın. Configuration'a tıklayın. Sağ üstten configure'ü seçin. System configuration'un altından web browsing interception'ı disable edin. Apply deyin.

İşlem tamamdır.

wwwsaire

Selam...

Buranın benim için yeri farklı; işlevi de öyle... Laf-ı güzaf yerine işe yarar, okuyana da biraz olsun bir şeyler katacak konularla ilgili ahkâm kesmek üzere oluşturduğum wwwsaire'yi -doğal olarak- çok daha fazla insan ziyaret ettiği için ilgimi biraz oraya yönlendirdim ve öyle olmaya da devam edecek.

Ha, burasını öldürüyor muyum? Hayır. Burası özel alanım. Dışa açılabilir özel hayatım ve kişisel fikir ve deneyimlere dair her konuda ben yine buradayım.

Haberiniz ola...

Ekim 03, 2006

UTF-8

Buradaki mesajımda anlattığım Beta Blogger hadisesine bu blogu transfer edemememden kelii bi sorunumuz vardı Houston.

Nedense bir türlü Türkçe karakter seti düzgün çalıştıramadım kodda... Ne de olsa coder değiliz değil mi ama?

Evet evet...

Binaenaleyh, işbu bloga rast gelip de Türkçe karakterler yerine bilimum abuk subukluklar görenler ben bu sorunu çözene dek lütfen üşenmeyip view menüsü altındaki encoding seçeneğinden Unicode UTF-8'i seçsinler.


Ya da seçmesinler...

Ya da seçsinler...

Ya da seçmesinler...


Ya da derhal terk edin burayı adeta koşarcasına...

Eylül 30, 2006

Sallama!

Nerdeyse bir aydır elim değmemiş güzelim, nazeninim bloguma. Ayıptır değil mi? Evet...

Marketingist denen fuar etkinliğinde yapılacak bir sunum için günlerdir gözümden kan aktı. Bugündü (takvime göre dün aslında). Bitti. Rahat ettim. "Oh" hatta...

Ondan önce de iki devasa toplantı hazırlığı beni tarumar etmişti.

Hepsi geçti...

Demek ki daha sık uğrayacağım.

:)

Eylül 10, 2006

Havalar nasıl acep?

Devler kurumlarında da basit de olsa faydalı masaüstü yazılımları yazan tipler varmış meğer...

Havalar nasıl diye merak edenlere, Google Desktop ve weather 'gadget' yüklemeyenlere, 'yerli malı yurdun malı' diyenlere buyrun hava durumu şeysi:

http://www.meteor.gov.tr/2006/meteor/ahs.aspx

Buradan bakın, inceleyin, indirin, kurun...

Ne diyordu zamanında o sarışın kardeş? Havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız iyi olsun!

Eylül 03, 2006

Borga'lı patlama :)

Taşınalı beri, hatta tanışalı beri "bize gel de içelim" muhabbeti etmiş ama bir türlü becerememişizdir.

Borga'dır bu bahsettiğim insan evladı. Bu cumartesi geldi. Önden ben Tuşba'dan mezeler dizdim, o da gelirken yeni bir leziz mamul alıp getirdi: Kara Efe. Efendim bu melun sıvı tam 3 kez distile edilmiş bir rakı. Takır takır gidiyor fark ettirmeden.

19'da başladık, erken bitirdik. Geceyarısıydı.

Tam bir buçuk büyük şişe bitmişti. Şahsen patladım.

Kütük gibi sızdım.

Aha işte bugün o günün ertesidir ve ben daha yeni normale döndüm.

Bir süreliğine 'rakı' kelimesini duymak bile istemiyorum...

İstanbul'un havası...

Havadan sudan bir yazı oluyor ama kayda geçsin: Gerçekten de İstanbul'un havasına güven olmuyor.

Ofisin terasında, geçen perşembe değil bir önceki perşembe günü, dayanılmaz bir sıcağa maruz kalarak sigara içerken, "ulan acaba şu an güneşin alnında hava kaç derece?" merakıyla ölçüm yaptım: 36.4 C

Daha bir hafta olmadan, yağmur diner dinmez yine aynı yerdeyim ve bir de baktım ki neredeyse üşüyorum. Bir ölçüm daha: 22.7 C

5 günde bu kadar farka yuh diyorum.

Artık terlemiyoruz, evin içi insanî sıcaklığa erişti, ben bile kışı özlemişim ya, ona şaşıyorum.

Ağustos 29, 2006

Hep bana, yok sana...

Gayet huzurluyken bir şey oluverir de asabınız yerinden oynar ya; işte öyle... Artık sıkıldım.

Gecenin bir yarısına kadar çalışmalar, eve iş getirmeler, kıç yırtmalar, her çalışanda olması gereken gayet normal birer "özveri" sayılır ama işveren bu özverinin yüzde birini bile göstermez, takdir etmez, ödüllendirmez.

Yahu yarın milletimin resmi tatil günü, herkes tatil, deliler gibi acil bir iş yok, e sen ne diye inat edersin yarın 15.00'e kadar çalışacağız diye? Bu haksızlık değil midir? Her sene, her resmi tatilde aynı terane...

Israrla böyle davranıldığı müddetçe çalışanlar da "en doğal hakkımı bile benden esirgeyen bir şirket için ben neden fazladan bir özveri göstereyim?" demez mi?

Der.

Ben de derim.

Herkes der.

Aman be!

Ağustos 28, 2006

wwwsaire harlanıyor :)

Dün kendime kızdım ve kendi içinde bir amacı olan (bunun gibi değil yani) bloguma tekrar ilgi göstermeye karar verdim.

İpe sapa gelmez, anlamsız, endazesi bozuk halet-i ruhiyemin kaydını tutan bu blog yerine, en azından işe yarar bir şeyler anlatan öteki bloguma da beklerim cümlenizi efendim:

wwwsaire.blogspot.com

Beta.Blogger

Google rahat durmaz ki!

Blogger servisi yeni bazı özelliklerle gelişiyor... Bu nimetlerden faydalanmak için öncelikle Blogger hizmetinizi ücretsiz olarak beta.blogger'a yükseltmeniz gerekli.

Bu işlem beraberinde bazı dertleri de getirmiyor değil. (Blogger'ın günahını almayalım, önceden uyarıyorlar)

Öncelikle (ki zaten sorunların temeli bu) ayarlarınız uçuyor. Özelleştirdiğiniz template'e dair hiç bir şey kalmıyor geride. Tek tek ekleyin üşenmiyorsanız. Sayaçtan adwords scriptinize, fontlardan renklere kadar her şey... Türkçe karakter sorunu bile hortlayıveriyor.

Dün gece sadece wwwsaire'yi bu sisteme adapte edebildim. Başıma açılan dertlerden sonra bu blogu da yeni sisteme almama rağmen eski formatını korudum. (Allahtan böyle bir opsiyon var. Eski template ve ayarlara dönüş imkânı sunuyor.

E peki ne faydası var bu sistemin?

  • En salak insanın bile kullanabileceği hale getirilmiş
  • Layout üzerinde değişiklik ve eklemeler yapmak çok daha kolay
  • Zaten neden baştan beri olmadığını anlamadığım post etiketleme fonksiyonu eklenmiş. (Sadece 20-30 post içeren bir blog için bunu baştan yapmak nispeten kolay ama aynı şeyi üç yüz küsür postu olan bu blog için yapmam için delilerle grup münasebetine girmiş olmam lâzım)

Eğer blogunuz yoksa ya da yeniyseniz buradan devam edin:

beta.blogger.com


Ağustos 25, 2006

Atalet ve ben

Blogger t-shirt'ümü giymeye bile utanır oldum. Yazabileceğimden daha çok şey kafamdan geçtiği için mi, yoksa tam tersine kafamın içinde yeller estiği için mi, işte ondan emin değilim.

Meslekî, uzmanlığıma dair ahkâm kesmeler için oluşturduğum wwwsaire bile boşverildi bu aralar... Halbuki, halbuki o kadar çok şey var ki anlatmak istediğim!

Kendime dair birkaç temel sorunum vardı çözmem gereken ve bunlardan biri hariç hepsini son on yıl içinde çözdüm.

Çözemediğim sorun, atalet!

Herkes kendini o kadar iyi satıyor ki... Herkes 'bir' yapsa da 'bir' bilse de 'beş' diyor ve inandırıyor...

Ben ise 'beş' bilsem de 'beş' yapsam da bunu 'bir' bile gösterme telaşında değilim. Bu artık mütevazılık değil, saflık...

"Ben bir öküzüm" diyerek bu mesajımı noktalamak istiyorum sayın okuyucular.

Varsa tabi...

Ağustos 14, 2006

Can sıkıntısı mı yoksa sıcaklar mı?

İş gereği bilgisayar başında o kadar çok şey yazıyorum ki, evde kendimle başbaşa kaldığımda saçma sapan oyunlar oynayıp kafa dağıtmak ya da film seyretmekten başka bir şey istemiyor canım...

Bundan dolayı yine öksüz kaldı canım bloglarım.

İnsanoğlu böyle işte, yapacak bir şey yok.

Zaten depresif hallerdeyim yine. Ya sıkıntıdan, ya da bu deli sıcaklardan.

Evin içi 30-31 derece sürekli. Gel de çıldırma!

Temmuz 29, 2006

Gittim de geldim de ne oldu?

"Hobarey" diyerek sözlerime başlarken; büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpüyorum. Kim büyük, kim küçük merak eden bir deli varsa; efendim 33 adet taşı kafanıza atar ve fena yaralarım sizi.

Evet evet; tatil süper idi.

Şahane idi.

Deniz güneş...

12.00 ve 16.00 saatleri arası vampir olduk.

Odalara kapandık. Güneşten kaçtık. Gölgede dahi 36 santigrat sıcaklığındaki bir ortamdan bahsediyorum; boru değil.

"Ulan o kadar kira ödüyoruz biraz da keyfini çıkaralım" sloganıyla eve erken döndük. Göt büyüttük. Evet, daha da...

İşe gidesim yok. Bu ve bu neler karıştırıyorlar bilemiyorum. Bıkkınım da ayrıca...

Ev güzel. Ev erkeği olasım var.

Yapabilsem çocuk yapar, yemeği pişirir, evi toplar, abuk subuk kadın programlarını seyrederek kocamı beklerdim evde. Vallahi.

Bu arada: (bkz: ben ibne değilim)

Sevgiler...





Temmuz 11, 2006

Çemberin etrafında...

Dönüp duruyoruz. Bir tur atınca yine aynı yerdeyiz.

Bir baktım ki yeni bir şey yazmama gerek yok. E demişim işte tam bir sene evvel:

» buraya tıktıkınız

Haziran 25, 2006

Son havadisler...

1) 19 Haziran günü, kalıcı bir biçimde Obezite Bayramı olarak ilan edilmiştir. (Bkz. Bir önceki mesaj Madde 3)

2) Hastalık şiddetlenmeden teğet geçti

3) İşyerindeki yapısal değişiklikler kriz yaratacak gibi

4) Bu cumartesi, uzun zamandan beri gerçekten dinlendim

5) Testere II'yi izledim. İlkindeki tat yoktu. Üçüncüsünü de çekerlerse iyice boku çıkar bu konseptin...

6) Tatile hepi topu 19 gün kaldı...

Haziran 18, 2006

Ne var ne yok? - II

1) Hastayım. Çok. İnat ettim marifetmiş gibi; ilaç falan almıyorum

2) Nazar değdi, tatil ertelendi: 15 Temmuz

3) Bir önceki mesajın 5. maddesine ilişkin sonuç 19 Haziran günü...

Haziran 12, 2006

Ne var ne yok?

Güncelleme babında:

1) Ebru geçen hafta fena hastaydı. Doktora gittik; "böyle giderse astım olursun, sigarayı bırak" dedi. Ebru da bıraktı! Benim gibi nikotin bağımlısı olmadığı çıktı meydana... Bıraktığı gün kayıtlara geçsin: 7 Haziran 2006, Çarşamba

2) Bir kaç dalda aday olduğumuz Kristal Elma törenindeydim. Ödül alamadık, ben de içtim!

3) Ev hâlâ yüzde yüz yerleşti sayılmaz. Eksikleri yavaş yavaş toplanıyor. Binaya taşınan yok henüz. "Kendimi güvende hissetmeme" ruh hali hastalığa dönüştü dönüşecek. İyi ki araya tatil giriyor...

4) Evet, tatil! Uçak bileti alındı. Tarih geçen seneki gibi 1 Temmuz! Gidilecek yer de aynı: Çıralı

5) 10 Haziran Obezite Bayramı'nın sene-i devriyesi geldi de geçti. Aynı işlemler için bu sabah yolcuyum.

6) 5. maddeye bağlı olarak yine yüzümdeki bütün kılları keserek tavuk götüne benzedim.

7) (edit 12.06.06 15.58) 6 Haziran günü sabaha karşı saat 03.20 civarında tam karşımızdaki Pizzacı infilak etti! (Pizza Alpino) Yataktan büyük bir gürültüyle ve sarsıntıyla zıpladık. Ne olduğunu anlayana kadar 5 dakika geçti. Balkona koştuğumuzda havaya uçmuş olduğunu gördük dükkanın... Çevre evlerin arabaların camları da kırıldı. Basiretim bağlandı; o anları fotoğraflayamadım... :(

Önemli güncellemeler bu hafta da devam edecek...


Mayıs 30, 2006

İşini 'iyi' yapan yok mu?

Murat, siparişi yanlış getiren garsonlar için şöyle derdi: "Tek yapması gereken şey, söylediklerimi bir kâğıda yazmak ve o yazanları getirmek. Bunu bile yapamıyor!"

Bugünlerde iyice batar oldu bana; kimse, hiçbir şeyi yapamıyor ya da yapmak istemiyor...

Metro istasyonundaki Akbil otomatını çalışır görmek imkânsız. Muhtemelen bir adam var bundan sorumlu. Kimbilir ne yapıyor?

Marketin şarküteri reyonundaki adamın tek yapması gereken, salamı düzgün kesmek. I-ıh!

Çok örnek var buna...

Bu durumun tek açıklaması var bence: "Köşeyi dönme hayalleri yüzünden işini küçümseme ve işinden memnun olmama halet-i ruhiyesi"

Seneler evvel, yabancı bir çekim ekibinde, altmışına merdiven dayamış bir kamera asistanı vardı. "Neden bu yaşa kadar kameramanlığa geçmedin?" sorusuna verdiği yanıt durumu özetliyor bana göre: "Niye ki? Benim mesleğim bu!"

Mayıs 23, 2006

Cosmopolis II

22 Mayıs gecesi saat 23'te program yayımlandı.

Bir danaya dönüşmüş olmamı kamera gözüyle de görmem dışında herşey gayet güzeldi.

Teşekkürler Sevim...

Mayıs 22, 2006

Cosmopolis

Allahım ne ilgisiz, ne atalet çamuruna bulanmış bir insanım!

Sevim'in davetine icabet edip programa konuk oldum. (bkz. Cosmopolis) Defalarca seyretmişimdir ama bilmem hangi gündür bu, ne saattir?

CNN Türk'ü de kınıyorum burada; sitelerindeki yayın akışı sayfasına girince "nah" dedi bana...

Edit: Yayın akışı sayfası sabah düzeldi.

WATAM

"WATAM yaz, Atamızın şanlı resmi cebine gelsin"

20 Mayıs 2006 günü tv'den bir altyazı...

Yorumsuz...

Mayıs 19, 2006

Güncelleme...

- Nihayet doğalgaz bağlandı. Musluktan sıcak su akmasını mucize gibi karşıladık.
- Balkon çiçekleri geldi.
- Yarın son 'usta' işleri günü. Çok iş ve sonrasında ciddi bir temizlik ihtiyacı var.
- Sanırım Blogging konusunda bir çift kelam etmek üzere bir programa davet edildim. Detaylar daha sonra...
- Bu mudur? Evet evet...

Mayıs 17, 2006

Motor soğuyor...

Asayiş berkemal...

Evin işleri azaldı. Son büyük iki gün bu cuma ve cumartesi. Sıkı temizlik, usta ve matkap işleri vb.

Alıştım. Uyuyabiliyorum.


Edit: Hâlâ doğalgaz yok!

Mayıs 12, 2006

Zaman yok... Az var ya da...

Fena halde taktım. Bu hesabı daha evvel de yapmıştım; aradım, o yazımı bulamadım. Bulur bulmaz aha buraya vereceğim linkini. Olay şudur:

Hayatımızı birilerine para kazandırmak üzere paralıyoruz ve bunun karşılığında aldığımız şey ise zaten bir insanın temel ihtiyaçları: Beslenme, barınma...

Mesaiye kalmadığımızı varsayarsak 20 civarı evdeyiz. 7 saat uyku sağlıklı bir bünye için şart ise 24'te uyumak gerek.

Her günün sadece 4 saati benim! Uyku tam anlamıyla 'benim' sayılmaz. Hatırlamıyorum çünkü; yaşanmamış bir ölü süre.

E peki ben günde 4 saat oturup sonra uyuyacağım bir evin kirası ve tok bir karın için mi yaşayacağım ömür boyu?

Dünya hayatı bu mudur?

Düzen, sistem, bu mudur?

Pek nefis, pek şahane!

Geride kalan zaman, ne kadar uzun olursa olsun, sadece bir 'an' kadardır... 30 yaşında da, 80 yaşında da olsan, hatıran sadece 'bir an' içine sıkışır. Aynıdır. Görülen rüyalardan farksızdır. Aynı yapıda hatırlanır, aynı şiddette iz bırakır.

Şu andır tadını gerçekten aldığın; duyduğun, gördüğün, hissettiğin...

Ve benim 'şu an'larım çok az.

Ömür hızla geçiyor.

Bu mudur?


Mayıs 09, 2006

Harabiyet-i vücud

Birabanor overloaded

System halted

Please turn off Birabanor and do not open him for at least 5 days


-------------------------

Vitaminler, enerji içecekleri, ağrı kesiciler fayda etmiyor.

Çok ama çok yorgunum...

Mayıs 08, 2006

Beden işçiliği...

Sabah saat 10'dan gece 12'ye kadar yemek ve sigara molaları dışında sürekli çalıştık. Evde. Üstelik ağır beden işçiliği yaptık basbayağı!

Taşınmak çok ama çok lanet bir hadise. Mümkün olsa yerimden kımıldamam.

Şu anda ağrımayan yerim yok. Hâlâ doğalgaz da yok. Geceyarısına doğru elektrikli su ısıtıcısıyla su kaynatıp vileda kovasında ılıştırarak tasla yıkandık. Eski usül. Tabi dert beni bulur ya, hıyar müteahhitin duş alınan yerin tepesine koyduğu spot lamba yıkanırken kafama patladı. Her yan cam zerreleriyle doldu; lisedeki kazanın benzeri olabilir, gözüme kıçıma bir yerime kaçabilirdi o cam parçaları. Allah seni bildiği gibi yapsın Müteahhit Bey!

Şimdi ise asayiş berkemal...

Yarın doğalgazın bağlanma ihtimali var. Ev şu anda 17,8 derece. Üşünüyor bu sıcaklıkta... Allahtan yatakta elektrikli battaniye var!

Mayıs 07, 2006

Taşınma notları...

- Taşıyacak şirketin adamları bokunu çıkarıp saat neredeyse 7 olmadan geldi. Ne olduğunu anlamadan işe daldık

- Bize gelen temizlikçi pis bir insan evladıymış. Yerinden kalkan ne kadar eşya varsa altından yumağı halini almış toz kütleleri çıktı

- Yok kardeş, ne kadar iyi adam bulduğunu düşünürsen düşün, nakliye işi kibarca yapılan bir iş olmuyor. Yine var ufak tefek vuruk kırıklar. Eve de öylesine bırakıp gidiyorlar zaten; asıl iş, evde oturacakları bekliyor

- Yok, hakkaten yok; yerleşilmiyor... Torba aç, koli aç, sil, yerleştir, düzenle... Bitmiyor anasının gözü, bitmiyor. Her yanımız ağrılar içinde...

- Sözde bugün doğalgaz açılacaktı. Lanet müteahhitin ve onun yardakçısı dalkavuk mühendis beyin ve hatta onların sözünü kanıt gösterip bizi apar topar buraya taşıtan evsahibinin kurbanı olduk. Yok doğalgaz falan; bağlamadılar. Projeye laf ettiler, mühendis pazartesi günü yetkililerin şefiyle görüşecekmiş de, açtıracakmış da, o-hooo

- Allahtan kablo tv, telefon ve ADSL mucize eseri sorun çıkarmadan çalışıyorlar

- Yatağı yadırgadık, evi de öyle. Eski evde gece çıt çıksa o sesin kaynağını ve sebebini anlayabilirdim. Ama burda? Daha tanımıyorum ki evi; neresinden ne ses çıkar bilemiyorum.

- Koca binada bir biz varız. Bu yalnızlık güvensizlik hissi yaratıyor. Uyuyamadım. Ben kalkıp bekçi gibi dikilmesem Ebru da uyuyamayacaktı.

- Kalktım ben de, bilgisayarı kısmen işler hale getirdim.

- Yarın telaşe ve hamaliye sürecek... Hatta bu eve yerleşmek en az 1 ay!

Mayıs 04, 2006

Telaşe...

Telefon, ADSL, Kablo TV ve doğalgaz nakli; elektrikçiye, tesisatçıya, perdeciye, halıcıya çıraklık yapmalar, matkap gürültüsü altında beton ve tuğla tozu yutmalar; eski ve yeni ev sahibiyle telefon trafiği; temizlikçi, nakliyeci vb. aramalar...

Bir de işte koşuşturuyoruz tabi...

Ne zor işmiş be yahu!

Nisan 29, 2006

Önemli Güncelleştirme!

Birabanor Corporation tarafından yayımlanan bu yama, aşağıdaki önemli güncellemeleri içerir:

» Taşınıyoruz! "Aman nazar değmesin" diye son ana kadar kimseye söylemedim; FZG bile bilmiyor. Zor iş ama yolculuk uzaklara değil, hepi topu yan binaya! Büyük gün 6 Mayıs!

» İşler hafiflemiyor, görünen o ki hafiflemeyecek de!

» Kuşlar mesut, sağlıklı...

» Yok başka bir şey... Vallahi...

Nisan 04, 2006

"Aptallık mutluluktur"

Her şeye vakıf olmak ne zor, ne eziyetli, ne can sıkıcı, ne tahammül edilemez, ne sinir bozucu, ne sinir yapıcı, ne yıldırıcı, ne üzücü, ne lanet edilesi bir şeydir!

Oysa şimdi 18. yy'da yaşayan bir hattat ya da saatçi olmak vardı... Tın, tın zanaatimi yapar, gerisini dert etmezdim.

Görüp de görmezlikten gelmekten yoruldum...

Bu gergin yaşamdan...

Canımın çıkmasına rağmen bir dikili ağacım olmamasından...

Kendime ve sevdiklerime zaman ayıramamaktan...

Daha büyük bir eve taşınamamaktan...

Olmadık insanlara tamah etmekten...

...

Yoksa, yoksa hepsi baharın suçu mu?

Mart 27, 2006

Temporarily unavailable!

Hayatta bazı dönemler olur ve başınızı dahi kaşıyamazsınız.

Bu aralar öyle...

Hem de çok fena vaziyette...

En kısa zamanda dönmeye çalışacağım.

Mart 02, 2006

Tembelin önde gideni...

Tembellik dediysem, sadece blogları ihmal etmemi kastediyorum. Yoksa çok çalıştık, çok!

Tam bir aydır hiçbir şey yazmamışım. Vaktim yoktu, evet... Ya da "kısıtlı boş vakitlerimi daha farklı değerlendirmeyi tercih ettim" desem daha dürüstçe olacak.

Çocukken de böyleydi. Tamamen sayfaları dolu bir günlüğüm olmadı. Aynı nedenden.

Bakalım, yine kıpraşırım belki, kimbilir...

Kişisel Güncelleme:
  • İş hayatında bir değişiklik yok; her zamanki yoğun tempo... Bir destek elemanı aldık, ısınıyor. Umarım iş yükümü hafifletir...
  • Yan binanın inşaatı çoktan bitmişti; sıfır daireler kiralanıyor. Restore edilmiş yüksek tavanlı muhteşem daireler... Birine göz koyduk, kirası fazla geldi, pazarlığa giriştik, top ev sahibinde... Olur mu olur?
  • 116 kg. olmam dışında sıhhat yerinde; boş vakitlerde Need for Speed oynanıyor. Hırsız - Polis ve Desperate Housewives dizileri kaçırılmadan izleniyor...
  • Sanırım bu kadar...

Şubat 02, 2006

Konuşacak ve susacak çok şey var...

Siyaset Meydanı'nda tartışma... Konu, magazin gazeteciliği...

Bir tarafta basın, bir tarafta akademisyenler ve ünlü simalar, seyirci olarak da iletişim fakültesi öğrencileri.

10. dakika itibariyle izlemeyi bıraktım. İçim sızladı. Konuşacak ve susacak o kadar çok şey var ki...

Okan Bayülgen anlatmaya çalışıyor. Anlamak niyetinde olan yok ki? Sen kiminle tartışıyorsun? Kime laf anlatma gayretindesin?

Bu millet, bir jenerasyonu kaybetmiş, eğitim kan ağlıyor, siz daha çok sebep ararsınız!

Üniversite mezuniyeti, üzeri imzalı manasız bir kâğıt parçası sahipliğinden ibaret olmuş.

Genel kültür: Sıfır.
Araştırmacılık: Sıfır.
Ahlâkî değerler: Sıfır.
Yazılı ve sözlü olarak düşünce ifade etme kabiliyeti: Sıfır.
Tartışma kabiliyeti: Sıfır.

Akıllarda tek soru: "En kısa yoldan köşeyi nasıl dönerim?"

İçinde bulunduğumuz vahim tabloyu şu anda düzeltmeye karar versek, herşeyiyle mükemmel bir düzen kursak ve hemen bu yönde canla başla çalışmaya başlasak bile neticesini almamız en az 30 sene sürecek, kimse farkında değil!

Okumuşu aslında vasıfsız, okumamışı ise potansiyel suçlu olan bir nüfus geliyor.

Diplomasında yazan branşa dair soru sorduklarım bana boş boş bakıyor...

Geceyarısı penceremden dışarı bakıyorum, ya birileri birilerini dövüyor ya da mahalle içinden 80 km/s hızla bir araç geçiyor...

Hava sıcaklığı sıfır dereceye yakın, TEM gişelerinde 3 küçük çocuk, yalınayak gül satıyor. Fazla değil, 5 metre ötede bir adam "Çocukları sevindirin" diyor; oyuncak satıyor o da...

Ben her gün bunları yaşıyorum, siz "magazin niye böyle" diyorsunuz...

Böyle...

Hayat böyle sürdükçe, böyle...

Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete...

Ocak 10, 2006

İyi Bayramlar!

Zarf değil, mazruf mühim; bayram mayram derken 1 hafta yatıyoruz şükürler olsun ki...

Bugün bayram, herkese iyi bayramlar!

Ocak 08, 2006

Tatil ne güzel bir şeymiş!

Normalde cumartesiyi pazara bağlayan gecelerin son dakikalarında depresif bir ruh haline girerdim. Çünkü pazar günü pek de eğlenceli sayılmaz. Ertesi gün mesai başlıyor ne de olsa. Bu sefer farklı ama! Bir hafta malak gibi yatacağımı, (arada gezip tozma ve ev işi de olacak tabi kaçamak yapmak zor) düşündükçe kendimi çok ama çok iyi hissediyorum.

Şimdi ne mi yapıyorum? Aman, önemli mi sanki? Gecenin bir yarısı bilgisayarın başındayım ya, daha ne olsun?

Herkese iyi bayramlar, keyifli tatiller!

Ocak 01, 2006

İSKİ'sini iskidiğimin memleketi

Yılın ilk günü, sular kesik. Neymiş efendim bakım ve tamirat.

Yılbaşına sabaha kadar içip sıçarak mı girdiniz? O halde cezanızı çekeceksiniz.

Sağolasın sana ey Büyükşehir Belediyesi, sağolasın sana yerel yönetimler!

İyi seneler!

Masalsı temennilere yer yok; geçen seneden daha iyi bir sene olsun yeter...

Hadi bakalım...