Nisan 08, 2005

Bilgi = Güç (müdür?)*

İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ… İçinde bulunduğumuz çağa da ‘Bilgi Çağı’ deyip duruyoruz… Yani bilgi odaklı ve ancak bilginin ‘gerçek güç’ olduğuna inandığımız bir çağdan söz ediyoruz. Peki ya acaba gerçekten öyle mi?

İki hafta önceki ‘fark etmek’ başlıklı yazımı okudum da, kendi içimde tutarsız düşüncelere kapıldım. Her şey gibi ‘fark etmek’ ve ‘edebilmek’ de öylesine göreceli konular ki!

Bir ‘şey’i birisinin fark edip diğerinin etmemesi, o ‘şey’in tutarsızlığı mıdır; yoksa bu, ‘fark eden’le ‘etmeyen’in arasındaki farkın ta kendisi midir?

Merak etmeyin, delirmiyorum henüz… Ama buradan bir sonuca vardım ki bu yazıya başladım. Ne mi? Şudur efendim: Fark, bilgidir… İnsan, bilmediği şeyi fark edemez…

Sizi de kafamda yaşadığım çağrışım silsilesine sürüklüyorum, affınıza sığınıyorum, ama işte tam bu noktada ‘bilgi güçtür’ diye bir ses çınladı kulaklarımda. Öyle ya; özlü bir söz konumuna getirilen bu iki müteakip kelime, bir yanıyla ne kadar ‘doğru’, diğer yanıyla da ne kadar ‘yanlış’ aslında… Gelin, doğru ve yanlışları yine hep birlikte keşfedelim, hep birlikte bundan dersler çıkaralım çıkarabildiğimizce…

Geçtiğimiz günlerde, bir televizyon dizisinde, bu konuda bir diyalog geçiyordu. Kötü karakter, büyük bir ihaleyle ilgili rakip firmanın vereceği teklifi, bir başka firmaya, bedeli karşılığında sağlayabileceğini söylüyordu. Pazarlık tıkandığında da masadan kalkıp giden karakteri diğerleri durduruyor ve diyorlardı ki: “Bilgi sende, demek ki güçlü olan sensin. Tamam, anlaştık!”

İşte size en basit örnek…

Peki aynı olaya şu açıdan bakalım: Bu ‘kötü adamın’ sahip olduğu bilgi, onu sizin karşınızda güçlü kılar mı?

Efendim? Tabi ki haklısınız; ihaleyle işiniz yoksa neden umurunuzda olsun ki?

Demek ki neymiş? Her bilgi ‘güç’ değilmiş…

Peki ya sizin ‘gücünüz’ olduğunu sandığınız bilgilerinizin hayatta size en ufak bir kuvvet kazandırmadığını fark ederseniz ne hissedersiniz?

Kötü…

Başta ne demiştik bir kez daha tekrarlayalım: “İnsan, bilmediği şeyi fark edemez…”

Bakın konu nasıl düğümleniyor: Sizin bilginize –ucundan da olsa- sahip olmayanlar, sizin ‘farkınızı’ fark edemez ve sizi hakkıyla değerlendiremezler; siz de sahip olduğunuz tüm bilgilere ‘boşuna beynimde yer işgal etmekten başka bir işe yaramaz mısınız?’ diye isyan edersiniz…

Bunu azıcık daha açayım mı? Mesela, imla kurallarından ve gramerden bihaber bir okuyucum, beni ‘hatasız yazabildiğim için’ takdir edebilir mi?

Atalarımız ne güzel söylemiş: “Kelin ilacı olsa, başına sürer!”

“Eee, peki bu konunun İstanbul ve istanbul.com’la ne ilgisi var?” diye soranlara hemen cevap vereyim: Siz yeter ki isteyin; ilginin alâsını kurayım size anında:

Bilgi, kitlesel hale gelince kuvvetleniyor… Mesela; iyi ve doğru televizyon yayıncılığının nasıl olması gerektiği konusunda tüm ülke bilgili ve seçici olsa, bu konuda bilgili olan yönetmenler, yapımcılar sektörde ‘çok daha değerli’ olmaz mı? Ama şimdi? İyi yönetmenle kötüsü arasında ya fark yok, ya da tam tersine, bilgi gerçek güç olmadığı için, ‘en kötüleri’ paraya para demezken, ‘pırlanta gibileri’ ise boş gezip iş arıyor…

Bir örnek bu sadece…

Yine aynı nedenle, “iyi oyuncu - kötü oyuncu”, “iyi çalışan - kötü çalışan”, “iyi terzi - kötü terzi”, “iyi bakkal - kötü bakkal” farkları, ‘bilginin topluma yayılmamış olması’ sebebiyle fark edilmiyor. İşte bu yüzden de kötü olan yerilmiyor, iyi olan da takdir görmüyor…

Boşuna “halklar, hak ettikleri biçimde yönetilirler” dememiş birileri…

Bu köşedeki yazılarda da, haberlerimize yazılan yorumlarda da, İstanbul hakkında çok şeyden yakınıyoruz, sızlanıyoruz; kimi zaman kızıyoruz, feveran ediyoruz… Hepimiz zifiri karanlıkta birer mum yakmaya gayret ediyoruz ama ortalık aydınlanmıyor bir türlü… Neden? Çünkü bilgi, ‘her yerde’ değil…

Cem Yılmaz, son meşhur reklamında “eğitim şart” diyordu da gülüyorduk. Aha işte geldik, yine aynı yere kilitlendik. Yalan mı söylüyormuş ama?

Çevre kirliliğinin getireceği vahim sonuçlar, çarpık kentleşmenin gelecekte doğuracakları, aile içi eğitimin önemi, kent kültürü ve görgüsü, doğru ve bilinçli bir öğretimin faydası, gelir adaletinin hassasiyeti ve sair binlerce başlık altında toplanabilecek ‘bilgi’, tüm İstanbullular ve hatta Türkiye sathında yaygınlaşmış bir ‘kitlesel bilgi’ halini almadıkça, İstanbul’un ve ülkemizin sorunları da kolay kolay çözüm bulamayacaktır.

Yoksa bir bilge çıkar, Boğaz’ı temizler; bin cahil çıkar, çöpünü denize döker…

Neye yaradı? Hani bilgi ‘güç’tü?

Bilgi çağında, bilginin tüm topluma hakim olması temennisiyle…


*istanbul.com'daki yeni yazımdır

Hiç yorum yok: