Mart 02, 2005

Cehalet Denizinde Yolculuk

istanbul.com için yazdığım fakat yayınlanması uygun görülmeyen yazımı boşa gitmesin diye buraya koyuyorum. Ahanda:

Cehalet Denizinde Yolculuk

Bir Jules Verne romanı adı gibi değil mi? Keşke çevremde gördüğüm derin cehalet de bir kurgu romanı olsaydı...

Çok güzel bir vecize var. Bir din alimine ait ama kaynağını kesin olarak bilmiyorum. Bakın ne demiş:

“Muhataplarınızın anlayış ve kavrayış seviyelerini bilmeden hitab etmeye kalkışmayınız. Sonra kendi ömrünüze ihanet etmiş olursunuz. Biliniz ve inanınız ki; dört tip insan vardır:

1. Bilir ve bildiğini de bilir; bu alimdir, bunu takip ediniz.
2. Bilir fakat bildiğini bilmez; bu uykudadır. O halde kendisini uyandırınız.
3. Bilmez ve bilmediğini bilir; bu irşada* muhtaçtır. Kendisini irşad ediniz.
4. Bilmez ve bilmediğini de bilmez; bu şeytandır. Bundan kaçınınız.”

* Uyarmak, doğru yolu göstermek

Doğru söze ne denir?

Etrafımız, 4. maddeye dahil insanlarla çevrili… Bilgisizliğini kendi içinde normalleştirmiş, doğruyu sadece kendi bilgi va algı çemberi içinde arayan, okumamış/okumayan, öğrenmemiş/öğrenmeyen insanlar… İşin en acı tarafıysa, içinde bulundukları cehaletin farkında olmamaları.

Emin olun ki bu yazıyı okuyanlar ve bana gıyabımda “yaa, pek de haklı” diyenler içinde de var bu tip insanlardan... Neden? Çünkü bilmedikleri bilmiyorlar!

Peki kaynağı nedir bu cehaletin?

Cem Yılmaz “eğitim şart!” derken benim suratıma tokat çarpıyor; bir yandan da gülümsüyorum… Evet şart, ama nasıl bir eğitimden söz ediyoruz?

Üniversiteyi geçtim, lise dahil 11 yıllık eğitim hayatınızda edindiğiniz hangi bilgiler hâlâ belleğinizde? Fizik? Biyoloji? Geometri? Tarih? Coğrafya? Yabancı dil?

“Hatırlamamamız normal, çünkü kullanılmayan bilgiler unutuluyor” diyenleri duyuyor gibiyim…

Peki o halde neden hiçbir zaman kullanmayacağımız şeyleri öğreniyoruz?

Evet evet, tabi ya, eğitim şart…

Fikrimi söyleyeyim mi? Bu bilgileri kullanıp kullanamamak tercihtir. Bir yanda benim gibi “hiç bir bilgi lüzumsuz değildir” diyenler vardır, diğer yanda da “işime yaramayacak şeyleri bilmem de gerekmez” diyenler. “Genel kültür” tabiri ile işaret edilen alan da burası sanırsam.

Lâkin bir yetişkin, hele hele lise mezunu bir yetişkin, daha dünya haritası üzerinde kendi ülkesini bile gösteremiyorsa, oturup halimize ağlamamız gerekir! Hem de hıçkıra hıçkıra ağlamamız!

İlkokuldan itibaren Türkçe dersi gören insanlar daha “-de”yi “-da” yı ayıramıyorlar! Kelimeleri doğru yazmayı bırakın, doğru teleffuz bile edemiyorlar…

Siteye gelen yorum metinlerinden de görüyoruz; “boru değil”, okumuş çocuklar… Türkçe desen hak getire! Türkçe’ye yabancılaşmaktan, yabancı dillerin etkisinde kalmaktan falan bahsetmiyorum, yanlış anlamayın, bahsettiğim şeyler çok basit ve ilköğretim müfredatında yer alan imla kuralları…

Bu sadece bir örnek… Ya yabancı dile ne demeli? Ortaokulda, ya da benim yaşamadığım 8 yıllık sistemin 6. sınıfıyla başlayan uzun bir yabancı dil eğitiminden bahsediyoruz. 6, 7, 8, 9, 10, 11…

6 sene… Köyden bir sıpa alsak ve ona 6 sene boyunca gerçekten çok iyi bir İngilizce eğitimi versek, 6 sene sonra o sıpa hem eşek, hem de BBC’ye spiker olur. Üzerine bir tane de fazladan bir dil daha öğrenir.

Televizyonlardaki yarışma programlarına bakıyorsunuz: Doktoru var, iktisatçısı var, öğrencisi var, masterlı, doktoralı ne ararsan var… Ama ilköğretim müfredatında cevapları bulunan sorulara aval aval bakıyorlar! Bu nasıl iştir?

Ama kendilerine sorsanız hepsi şairdir, hepsinin hobisi kitap okumaktır…

Peh!

Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki kadar “şiir yazan” insanı bir arada bulamazsınız.

Cüretkâr cahiller kumpanyasına hoşgeldiniz…

Ya kent kültürü? Karşıdan karşıya geçerken sağdan yürümek, yerlere tükürmemek, çöp dökmemek, dar kaldırımlarda iki-üç kişi yan yana yürümemek vs.

Neredeee???

Daha kendisini tanımayan ve bilmeyen, kendisini olduğu gibi kabul etmeyen ve geliştirmeyen bireylerden nasıl olur da ‘toplumsal bilinç’ oluşturmalarını beklersiniz?

“Ne olacak bu memleketin hali?” demek kolay… Maksat çözüm üretmek. Ama nasıl?

Cehalet, toplumları bir kurt gibi için için kemiren bir illet...

Maalesef bize ‘anestezi’ olarak topu, kaleyi, gelini, kaynanayı, abuk subuk dizileri damardan veriyorlar; acıtmadan, için için, içimizi kemiriyorlar…

Kimler mi kemiriyor?

Cevabını yüzyıllar önce vermişler:

“Homo homini Lupus” *

Aydınlık günler efendim…

* İnsan insanın kurdudur

Hiç yorum yok: