Mart 27, 2005
Mart 26, 2005
Eee?
Akşam oldu, mesai bitti, eve geldim ama yorgun bir haftanın ardından Cuma akşamları eğlence anlamında pek de verimli olmuyormuş anlaşılan. İki bira içebildim, biraz NFSU2 takıldım, aha işte bittim yine...
Mart 25, 2005
Az kaldı...
Dün gece 1 küsürdü ofisten çıktığımızda... Bir kaç gündür böyle geç çıkılıyor. Bu hafta sonunu iple çekiyordum, nitekim az kaldı... Son bir buçuk saat :))
Gel teskere gel...
Gel teskere gel...
Mart 22, 2005
Ben ne arıyorum hâlâ burada?
Ofisteyiz... Ve "ohannes"tir ki saat neredeyse 10 olacak. Pek de işlevsizim aslında... Beyinsel faaliyetlerim sona erdiği için hayrım dokunmuyor Ebru'ya da...
Dün Norton System Works'ü de Office 2003'ü de kurmayı başardım en nihayet. Gecenin üçünde yatabildim, sabah da zombi gibi kalktım...
Bugün diziler vardı; kaçırdık hepsini...
Dün Norton System Works'ü de Office 2003'ü de kurmayı başardım en nihayet. Gecenin üçünde yatabildim, sabah da zombi gibi kalktım...
Bugün diziler vardı; kaçırdık hepsini...
Mart 21, 2005
İlginç hava...
Ne zamandır böyle hava görmedim. Tek bir bulut yok. Besberrak bir hava. Lâkin buzzzzz gibi! Ha, bu arada kafayı usturasız 0 numara yaptım. Kabak gibi açıkta kaldı. Çok üşüyor. :))
Bir acayip haftasonu(ydu)
Yine bir şey anlamadım bu haftasonundan ya hadi neyse...
Cuma akşamı uykusuzluktan muzdarip fazla takılamadım zaten... Şirketten bir Office 2003 düşmüştü elime; eskisini kaldırdım yenisini kuracağım diye. Kurulmadı; varolan ve 'aha işte burda' dediğim bir CAB dosyasını aradı durdu inek...
Cumartesi günü Funda ve tosunu Ege'yle buluştuk. İki saat kadar çocukla ilgilendim, imanım gevredi. Yaşımız geçmiş bizim çocuk için falan... Vazgeçtim yine. Zor iş... Hem yorgunluk hem de vaktin geç olması nedeniyle Cuma akşamı kiraladığımız güzide DVD'leri seyretme şerefine nail olamadık. Gece yine pilim 3'ten sonrasına dayanmadı; yattım...
Pazar sabahı Ebru'nun endişeli haline uyandım. Bizim Tosun (kuş) sarı sarı vıcık sıçar olmuş. Ebru aramış taramış bir vet bulmuş. Öğlen 12 gibi ona gittik. İlaç verdi. Veterinerin kedisi vardı. Kediyi de veti de sevmedim... Eve döndük, Rose Red konağını seyrettik. Tam 245 dakika... İçim karıncalandı. Hortlaktan gına geldi.
Cuma akşamı uykusuzluktan muzdarip fazla takılamadım zaten... Şirketten bir Office 2003 düşmüştü elime; eskisini kaldırdım yenisini kuracağım diye. Kurulmadı; varolan ve 'aha işte burda' dediğim bir CAB dosyasını aradı durdu inek...
Cumartesi günü Funda ve tosunu Ege'yle buluştuk. İki saat kadar çocukla ilgilendim, imanım gevredi. Yaşımız geçmiş bizim çocuk için falan... Vazgeçtim yine. Zor iş... Hem yorgunluk hem de vaktin geç olması nedeniyle Cuma akşamı kiraladığımız güzide DVD'leri seyretme şerefine nail olamadık. Gece yine pilim 3'ten sonrasına dayanmadı; yattım...
Pazar sabahı Ebru'nun endişeli haline uyandım. Bizim Tosun (kuş) sarı sarı vıcık sıçar olmuş. Ebru aramış taramış bir vet bulmuş. Öğlen 12 gibi ona gittik. İlaç verdi. Veterinerin kedisi vardı. Kediyi de veti de sevmedim... Eve döndük, Rose Red konağını seyrettik. Tam 245 dakika... İçim karıncalandı. Hortlaktan gına geldi.
Aha işte akşam oldu. Yarın iş var ve ben (tatile doymayan bir insan evladı olarak) yine bilgisayar başında hırtlık peşindeyim...
Yarın sabah işe gitmeden evvel berbere uğramaya niyetliyim. 20 günlük sakalım var... Bir güzel kaymak ettireceğim kendimi. Hatta kafayı da kazıtmayı düşünüyorum yine. Cillop gibi, oh...
Budur...
Neden artık eskisi gibi her gün buraya yazasım gelmiyor bilemiyorum ama sanırım üşeniyorum çok...
Bu kadar...
Mart 19, 2005
Yaşıyorum...
Her gün düzenli olarak buraya bir şeyler karalamaya niyetli olduğumu hatırlayıp utanmakla birlikte, ölmemiş olduğumu ve bir şekilde yaşamımı hâlâ sürdürdüğümü, hayvanlığımı da kabul etmek suretiyle bildirmek istedim.
Saygılar sunuyorum cümlenize...
Saygılar sunuyorum cümlenize...
Mart 12, 2005
Şizofren Azize Jeanne
Jeanne'ın gerçek hikâyesine detaylarıyla vakıf değilim. Ama hep onu insanları gaza getiren bir inanç simgesi olarak düşledim; gerçekten ilâhi bir kuvveti olduğuna hiçbir zaman inanmadım.
Filmde asla bilemeyeceğimiz gerçekler üzerine varsayımlar var. Kahramanımızın kendi kendini sorgulaması, sözde 'vahiy'lerle yüzleşmesi ve saire... Hani o dönemi yansıtma başarısına bir diyeceğim yok. Kurgu ve örgü de iyi... Ama tabiri caizse 'filmin debisi düşük'...
Nedeninin bulamadım. Hikâyenin ağırlığı nedeniyle belki de...
Bence klinik vaka... Ama mucizeye tutunmuş insanlar için bir bayraktar olmuş. Neticede cayır cayır yakmışlar kızı ama yüzyıllar sonra Vatikan buyurmuş: "Azizedir bu!"
Bence hastaydı. Ama Azize...
Boş adam / film
Bıdık, Tosun oldu!
Pek bahsetmek istememiştim ama Bıdık hiç de sağlıklı görünmüyordu... Kıçından bok sarkıyor, sürekli kuyruğunu titretiyor, doğru dürüst su içmiyordu. Canımız sıkıldı...
Araştırdık, soruşturduk. Baktık ki bu hayvan elimizde kalacak. Üzülerek karar verdik: Aldığımız yere gidip değiştirecektik!
Değiştirdik. Bıdık'ı almadan evvel onu almaya niyetlenmiştik geçen hafta zaten... Gittik, onu aldık. Aynısı; sadece deseni biraz farklı...
Manyak bir hayvan! Durmadan yemek yiyor. Şişman! O yüzden yeni kuşumuza Tosun demeye karar verdik.
Fotoğrafını yarın eklerim buraya...
Vatana millette hayırlı olsun. :)
Araştırdık, soruşturduk. Baktık ki bu hayvan elimizde kalacak. Üzülerek karar verdik: Aldığımız yere gidip değiştirecektik!
Değiştirdik. Bıdık'ı almadan evvel onu almaya niyetlenmiştik geçen hafta zaten... Gittik, onu aldık. Aynısı; sadece deseni biraz farklı...
Manyak bir hayvan! Durmadan yemek yiyor. Şişman! O yüzden yeni kuşumuza Tosun demeye karar verdik.
Fotoğrafını yarın eklerim buraya...
Vatana millette hayırlı olsun. :)
Kuş hakkında...
Hani kuş aldık ya gaza gelip; güncel takıntımız bu artık karı koca... Hele ben! Her gün "inşallah ölmemiştir" diyerek eve geliyorum... (Hasta olduğuna kendimi şartladığım için. Kardeşim yüzünden. Eşek Nilay)
Deli hayvan... İlk üç gün kımıldamadı yerinden. Ötmedi de... Yeni yeni kendine geldi. Şu anda tek çabası kafesten çıkış var mı yok mu onu araştırmak :)
Ötmüyor hâlâ... Su içmiyor aynı benim gibi... Yarın açacağız kafesi; uçsun bakalım salonda... Bakalım ne olacak?
Deli hayvan... İlk üç gün kımıldamadı yerinden. Ötmedi de... Yeni yeni kendine geldi. Şu anda tek çabası kafesten çıkış var mı yok mu onu araştırmak :)
Ötmüyor hâlâ... Su içmiyor aynı benim gibi... Yarın açacağız kafesi; uçsun bakalım salonda... Bakalım ne olacak?
Mart 10, 2005
Dün ve kuş ve kıç...
Nooldu? Hani her gün yazıyordun? Düdük!
Yazamıyorum işte... Ne bileyim; anlatacak şey mi yok ne? Yine de yazayım mı?
Hmm... Dur bakayım... Nnnevet!
Dün kuşun kıçını temizledim.
Gerçekten...
Memnun oldunuz mu şimdi?
;-)
Yazamıyorum işte... Ne bileyim; anlatacak şey mi yok ne? Yine de yazayım mı?
Hmm... Dur bakayım... Nnnevet!
Dün kuşun kıçını temizledim.
Gerçekten...
Memnun oldunuz mu şimdi?
;-)
Mart 09, 2005
Güncelleme hastalığı
Windows'u ve dahi Office paketini güncelleme seferberliği başlattım yine... XP'yi zaten düzenli olarak güncelleme konusunda titizim ama daha hiç Office'e el atmamış idim.
Eşek yüküyle güncellemesi birikmiş. Yapsın bakalım gavat...
Kalan zaman: 25 dakika... 53 MB mal iniyor update aşkına... Bize de mal mal seyrederek beklemek düşüyor.
Yarın kalkamayacağım yine yahu... Offf...
Eşek yüküyle güncellemesi birikmiş. Yapsın bakalım gavat...
Kalan zaman: 25 dakika... 53 MB mal iniyor update aşkına... Bize de mal mal seyrederek beklemek düşüyor.
Yarın kalkamayacağım yine yahu... Offf...
Yarım bini yedi geçe...
An itibariyle ziyaretçi sayısı 507'dir. Ne olmuştur? Başım göğe mi ermiştir? Hayır... Günde 25 bin insanın girdiği bir sitenin başındaki adamlardan biri olarak hatta bu sayı komiktir biledir. Değil midir bre?
Mart 07, 2005
Yarım bine dört kala
Kimler denk geliyor de giriyor bilmiyorum ama dört kişi sonra ziyaretçi sayacım 500'ü gösterecek. Ne faydası varsa?
Mart 06, 2005
Love Bird...
Kuş aldık...
Muhabbet kuşu... İngilizce adı 'love bird' imiş... Bugün öğrendim. Söylenene göre henüz 4 aylık. İşte ilk gününün ilk fotoğrafı. Pek güzel çekemedim ama olsun:
Pek uysal tabiatlı... Daha şimdiden kafasını göğsünü sevdiriyor. Bakalım salonda uçup kafamıza konacak mı?
İsim mi? Koyduk sayılmaz ama genelde 'bıdık' diyoruz hazretlerine...
Bir kuşumuz eksikti, o da oldu!
Muhabbet kuşu... İngilizce adı 'love bird' imiş... Bugün öğrendim. Söylenene göre henüz 4 aylık. İşte ilk gününün ilk fotoğrafı. Pek güzel çekemedim ama olsun:
Pek uysal tabiatlı... Daha şimdiden kafasını göğsünü sevdiriyor. Bakalım salonda uçup kafamıza konacak mı?
İsim mi? Koyduk sayılmaz ama genelde 'bıdık' diyoruz hazretlerine...
Bir kuşumuz eksikti, o da oldu!
Pazar sabahı besini!
İki su bardağı mısır unu, iki yumurta, bolca dereotu, biraz maydonoz, bir paket kabartma tozu, bolca beyaz peynir, kıvama gelinceye kadar bolca sıvı yağ, biraz su, kafaya göre tuzot, arzu edilirse biraz da pul biber...
Hepsi biraraya getirilip hamur edilince ve de fırında pişince süper bir pazar sabahı besini oluveriyor.
Yanında çay...
Ohhh....
;)
Hepsi biraraya getirilip hamur edilince ve de fırında pişince süper bir pazar sabahı besini oluveriyor.
Yanında çay...
Ohhh....
;)
Eski takıntı hortlaması
Yeni takıntı lâzımdı. Eskisini hortlattım. Formattan sonra kurmamıştım; tekrar kurdum NFS Underground 2'yi... Basıyorum gaza, veriyorum ayarı, atıyorum stresi yollara...
;)
;)
Mart 05, 2005
Off...
Yeni bir şeyler bulmam lâzım... Yeni bir oyun, yeni bir meşgale... Buraya bile yazasım gelmiyor son zamanlarda. Kurudum mu ne?
Mart 02, 2005
Cehalet Denizinde Yolculuk
istanbul.com için yazdığım fakat yayınlanması uygun görülmeyen yazımı boşa gitmesin diye buraya koyuyorum. Ahanda:
Cehalet Denizinde Yolculuk
Bir Jules Verne romanı adı gibi değil mi? Keşke çevremde gördüğüm derin cehalet de bir kurgu romanı olsaydı...
Çok güzel bir vecize var. Bir din alimine ait ama kaynağını kesin olarak bilmiyorum. Bakın ne demiş:
“Muhataplarınızın anlayış ve kavrayış seviyelerini bilmeden hitab etmeye kalkışmayınız. Sonra kendi ömrünüze ihanet etmiş olursunuz. Biliniz ve inanınız ki; dört tip insan vardır:
1. Bilir ve bildiğini de bilir; bu alimdir, bunu takip ediniz.
2. Bilir fakat bildiğini bilmez; bu uykudadır. O halde kendisini uyandırınız.
3. Bilmez ve bilmediğini bilir; bu irşada* muhtaçtır. Kendisini irşad ediniz.
4. Bilmez ve bilmediğini de bilmez; bu şeytandır. Bundan kaçınınız.”
* Uyarmak, doğru yolu göstermek
Doğru söze ne denir?
Etrafımız, 4. maddeye dahil insanlarla çevrili… Bilgisizliğini kendi içinde normalleştirmiş, doğruyu sadece kendi bilgi va algı çemberi içinde arayan, okumamış/okumayan, öğrenmemiş/öğrenmeyen insanlar… İşin en acı tarafıysa, içinde bulundukları cehaletin farkında olmamaları.
Emin olun ki bu yazıyı okuyanlar ve bana gıyabımda “yaa, pek de haklı” diyenler içinde de var bu tip insanlardan... Neden? Çünkü bilmedikleri bilmiyorlar!
Peki kaynağı nedir bu cehaletin?
Cem Yılmaz “eğitim şart!” derken benim suratıma tokat çarpıyor; bir yandan da gülümsüyorum… Evet şart, ama nasıl bir eğitimden söz ediyoruz?
Üniversiteyi geçtim, lise dahil 11 yıllık eğitim hayatınızda edindiğiniz hangi bilgiler hâlâ belleğinizde? Fizik? Biyoloji? Geometri? Tarih? Coğrafya? Yabancı dil?
“Hatırlamamamız normal, çünkü kullanılmayan bilgiler unutuluyor” diyenleri duyuyor gibiyim…
Peki o halde neden hiçbir zaman kullanmayacağımız şeyleri öğreniyoruz?
Evet evet, tabi ya, eğitim şart…
Fikrimi söyleyeyim mi? Bu bilgileri kullanıp kullanamamak tercihtir. Bir yanda benim gibi “hiç bir bilgi lüzumsuz değildir” diyenler vardır, diğer yanda da “işime yaramayacak şeyleri bilmem de gerekmez” diyenler. “Genel kültür” tabiri ile işaret edilen alan da burası sanırsam.
Lâkin bir yetişkin, hele hele lise mezunu bir yetişkin, daha dünya haritası üzerinde kendi ülkesini bile gösteremiyorsa, oturup halimize ağlamamız gerekir! Hem de hıçkıra hıçkıra ağlamamız!
İlkokuldan itibaren Türkçe dersi gören insanlar daha “-de”yi “-da” yı ayıramıyorlar! Kelimeleri doğru yazmayı bırakın, doğru teleffuz bile edemiyorlar…
Siteye gelen yorum metinlerinden de görüyoruz; “boru değil”, okumuş çocuklar… Türkçe desen hak getire! Türkçe’ye yabancılaşmaktan, yabancı dillerin etkisinde kalmaktan falan bahsetmiyorum, yanlış anlamayın, bahsettiğim şeyler çok basit ve ilköğretim müfredatında yer alan imla kuralları…
Bu sadece bir örnek… Ya yabancı dile ne demeli? Ortaokulda, ya da benim yaşamadığım 8 yıllık sistemin 6. sınıfıyla başlayan uzun bir yabancı dil eğitiminden bahsediyoruz. 6, 7, 8, 9, 10, 11…
6 sene… Köyden bir sıpa alsak ve ona 6 sene boyunca gerçekten çok iyi bir İngilizce eğitimi versek, 6 sene sonra o sıpa hem eşek, hem de BBC’ye spiker olur. Üzerine bir tane de fazladan bir dil daha öğrenir.
Televizyonlardaki yarışma programlarına bakıyorsunuz: Doktoru var, iktisatçısı var, öğrencisi var, masterlı, doktoralı ne ararsan var… Ama ilköğretim müfredatında cevapları bulunan sorulara aval aval bakıyorlar! Bu nasıl iştir?
Ama kendilerine sorsanız hepsi şairdir, hepsinin hobisi kitap okumaktır…
Peh!
Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki kadar “şiir yazan” insanı bir arada bulamazsınız.
Cüretkâr cahiller kumpanyasına hoşgeldiniz…
Ya kent kültürü? Karşıdan karşıya geçerken sağdan yürümek, yerlere tükürmemek, çöp dökmemek, dar kaldırımlarda iki-üç kişi yan yana yürümemek vs.
Neredeee???
Daha kendisini tanımayan ve bilmeyen, kendisini olduğu gibi kabul etmeyen ve geliştirmeyen bireylerden nasıl olur da ‘toplumsal bilinç’ oluşturmalarını beklersiniz?
“Ne olacak bu memleketin hali?” demek kolay… Maksat çözüm üretmek. Ama nasıl?
Cehalet, toplumları bir kurt gibi için için kemiren bir illet...
Maalesef bize ‘anestezi’ olarak topu, kaleyi, gelini, kaynanayı, abuk subuk dizileri damardan veriyorlar; acıtmadan, için için, içimizi kemiriyorlar…
Kimler mi kemiriyor?
Cevabını yüzyıllar önce vermişler:
“Homo homini Lupus” *
Aydınlık günler efendim…
* İnsan insanın kurdudur
Cehalet Denizinde Yolculuk
Bir Jules Verne romanı adı gibi değil mi? Keşke çevremde gördüğüm derin cehalet de bir kurgu romanı olsaydı...
Çok güzel bir vecize var. Bir din alimine ait ama kaynağını kesin olarak bilmiyorum. Bakın ne demiş:
“Muhataplarınızın anlayış ve kavrayış seviyelerini bilmeden hitab etmeye kalkışmayınız. Sonra kendi ömrünüze ihanet etmiş olursunuz. Biliniz ve inanınız ki; dört tip insan vardır:
1. Bilir ve bildiğini de bilir; bu alimdir, bunu takip ediniz.
2. Bilir fakat bildiğini bilmez; bu uykudadır. O halde kendisini uyandırınız.
3. Bilmez ve bilmediğini bilir; bu irşada* muhtaçtır. Kendisini irşad ediniz.
4. Bilmez ve bilmediğini de bilmez; bu şeytandır. Bundan kaçınınız.”
* Uyarmak, doğru yolu göstermek
Doğru söze ne denir?
Etrafımız, 4. maddeye dahil insanlarla çevrili… Bilgisizliğini kendi içinde normalleştirmiş, doğruyu sadece kendi bilgi va algı çemberi içinde arayan, okumamış/okumayan, öğrenmemiş/öğrenmeyen insanlar… İşin en acı tarafıysa, içinde bulundukları cehaletin farkında olmamaları.
Emin olun ki bu yazıyı okuyanlar ve bana gıyabımda “yaa, pek de haklı” diyenler içinde de var bu tip insanlardan... Neden? Çünkü bilmedikleri bilmiyorlar!
Peki kaynağı nedir bu cehaletin?
Cem Yılmaz “eğitim şart!” derken benim suratıma tokat çarpıyor; bir yandan da gülümsüyorum… Evet şart, ama nasıl bir eğitimden söz ediyoruz?
Üniversiteyi geçtim, lise dahil 11 yıllık eğitim hayatınızda edindiğiniz hangi bilgiler hâlâ belleğinizde? Fizik? Biyoloji? Geometri? Tarih? Coğrafya? Yabancı dil?
“Hatırlamamamız normal, çünkü kullanılmayan bilgiler unutuluyor” diyenleri duyuyor gibiyim…
Peki o halde neden hiçbir zaman kullanmayacağımız şeyleri öğreniyoruz?
Evet evet, tabi ya, eğitim şart…
Fikrimi söyleyeyim mi? Bu bilgileri kullanıp kullanamamak tercihtir. Bir yanda benim gibi “hiç bir bilgi lüzumsuz değildir” diyenler vardır, diğer yanda da “işime yaramayacak şeyleri bilmem de gerekmez” diyenler. “Genel kültür” tabiri ile işaret edilen alan da burası sanırsam.
Lâkin bir yetişkin, hele hele lise mezunu bir yetişkin, daha dünya haritası üzerinde kendi ülkesini bile gösteremiyorsa, oturup halimize ağlamamız gerekir! Hem de hıçkıra hıçkıra ağlamamız!
İlkokuldan itibaren Türkçe dersi gören insanlar daha “-de”yi “-da” yı ayıramıyorlar! Kelimeleri doğru yazmayı bırakın, doğru teleffuz bile edemiyorlar…
Siteye gelen yorum metinlerinden de görüyoruz; “boru değil”, okumuş çocuklar… Türkçe desen hak getire! Türkçe’ye yabancılaşmaktan, yabancı dillerin etkisinde kalmaktan falan bahsetmiyorum, yanlış anlamayın, bahsettiğim şeyler çok basit ve ilköğretim müfredatında yer alan imla kuralları…
Bu sadece bir örnek… Ya yabancı dile ne demeli? Ortaokulda, ya da benim yaşamadığım 8 yıllık sistemin 6. sınıfıyla başlayan uzun bir yabancı dil eğitiminden bahsediyoruz. 6, 7, 8, 9, 10, 11…
6 sene… Köyden bir sıpa alsak ve ona 6 sene boyunca gerçekten çok iyi bir İngilizce eğitimi versek, 6 sene sonra o sıpa hem eşek, hem de BBC’ye spiker olur. Üzerine bir tane de fazladan bir dil daha öğrenir.
Televizyonlardaki yarışma programlarına bakıyorsunuz: Doktoru var, iktisatçısı var, öğrencisi var, masterlı, doktoralı ne ararsan var… Ama ilköğretim müfredatında cevapları bulunan sorulara aval aval bakıyorlar! Bu nasıl iştir?
Ama kendilerine sorsanız hepsi şairdir, hepsinin hobisi kitap okumaktır…
Peh!
Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki kadar “şiir yazan” insanı bir arada bulamazsınız.
Cüretkâr cahiller kumpanyasına hoşgeldiniz…
Ya kent kültürü? Karşıdan karşıya geçerken sağdan yürümek, yerlere tükürmemek, çöp dökmemek, dar kaldırımlarda iki-üç kişi yan yana yürümemek vs.
Neredeee???
Daha kendisini tanımayan ve bilmeyen, kendisini olduğu gibi kabul etmeyen ve geliştirmeyen bireylerden nasıl olur da ‘toplumsal bilinç’ oluşturmalarını beklersiniz?
“Ne olacak bu memleketin hali?” demek kolay… Maksat çözüm üretmek. Ama nasıl?
Cehalet, toplumları bir kurt gibi için için kemiren bir illet...
Maalesef bize ‘anestezi’ olarak topu, kaleyi, gelini, kaynanayı, abuk subuk dizileri damardan veriyorlar; acıtmadan, için için, içimizi kemiriyorlar…
Kimler mi kemiriyor?
Cevabını yüzyıllar önce vermişler:
“Homo homini Lupus” *
Aydınlık günler efendim…
* İnsan insanın kurdudur
Desperate Housewifes
Hafta sonu filmleri kaydı...
Hani her izlediğim filmi buraya kaydedecektim ya; üşendim bu sefer... Zaten sadece Hollow Man var... Bekleyen bir film daha var seyredecek; onu da seyredeyim, ikisini bir yazarım diyorum artık ne yapayım?
Tembelim işte tembelim!
Tembelim işte tembelim!
Yine soğuk mu oldu ne?
Belki bir daha kar yağmaz diye ümitlenmiştim halbuki. Şu anda dışarısı yine sıfır dereceye yakın sanırsam...
Saat 21'den beri evde tam gaz kombi yanıyor ama hâlâ yeteri kadar ısınmadı içerisi...
Bense yine geç yatmalardayım. Adı 'uykucu'ya çıkmış biri olarak neredeyse her gün 2'de yatıp 8'de kalkıyorum.
Bu da mı uykuculuktur, sorarım size?
Saat 21'den beri evde tam gaz kombi yanıyor ama hâlâ yeteri kadar ısınmadı içerisi...
Bense yine geç yatmalardayım. Adı 'uykucu'ya çıkmış biri olarak neredeyse her gün 2'de yatıp 8'de kalkıyorum.
Bu da mı uykuculuktur, sorarım size?
Mart 01, 2005
Pazar günü 'dağ' gezisi...
Pazar günü kardeşimi ziyarete gittim ilk kez. Annem de oradaydı. Dağ başına taşınmış manyak... Mübalağa etmiyorum; dağ hakikaten. Muhitin adı Ortadağ... Kadıköy'den taksiye binince 30 milyona yakın yazıyor taksi, öyle söyleyeyim...
Sağ salim gittim geldim. Dönerken vapurda bayağı bir 'yusuf yusuf' ettim ama... Ziyadesiyle dalgalıydı deniz.
Deniz taşıtlarından hiç haz etmem. Rüyalarımda batarlar hep...
Sağ salim gittim geldim. Dönerken vapurda bayağı bir 'yusuf yusuf' ettim ama... Ziyadesiyle dalgalıydı deniz.
Deniz taşıtlarından hiç haz etmem. Rüyalarımda batarlar hep...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)