Aralık 28, 2005

Biz böyleyiz :)


"Türkler nasıl insanlardır" sorusunu bu fotoğrafla yanıtlayabiliriz sanırım...

birabanor.com | fikretsahin.com

Biri yıllardır benle bir olmuş takma adım, biri adım ve soyadım. İkisinin de bugüne dek nasıl olmuş da domainlerini almamışım hâlâ kendime hayret ediyorum.

Şimdilik iki adres de aynı sayfaya yönleniyor. Basit bir ndr cnstrctn sayfası ama her iki bloguma da linkler var.

Arada uğrarsınız; kimbilir belki güzel değişiklikler olur...

Çürük elma

Hava güllük gülistanlık... Kar, yağmur ne kelime? Berrak ve masmavi gökyüzü, güneş gözüme giri giriveriyor. Bir yandan da... Dizlerim içten içe ağrıyor da ağrıyor.

Hekime görünsem, ne diyeceğini bildiğimden kelli ağrıya katlanıyorum.

Ya da romatizmal bir halt var ne bileyim anlamadım ki?

Vallahi çok sızlıyor...

Aralık 27, 2005

Uykuda nefessiz kalmak

Ya başlıkta sözünü ettiğim durum kâbusu yaratıyor, ya da kâbus yusuf yusuf ettirdiğinden nefes kesiliyor. Ben birinci ihtimali daha kuvvetli buluyorum.

İki gündür sabah en geç 6.30'da uyanıveriyorum. (Tanıyanlar bilir ki bu benim için bir mucizedir.) Bu sabah biraz 'cins' bir uyanış oldu. Hayatta en nefret ettiğim, değil yemeye, uzaktan görmeye bile tahammül edemediğim bir hayvanı, 'pavurya'yı bana zorla, kabuğunu kırıp kırıp, içinden etini çıkarıp çıkarıp yedirmeye çalışıyorlardı. Et ağzımda ciklet gibi oluyor, beni öğürtüyordu; ben de elimi ağzıma sokarak gırtlağıma takılan parçaları anıra anıra çıkarıp atıyordum. Üstelik hayvanın kıskaçlarını ceviz gibi çatır çatır kırıp içini çıkaran da Ebru'ydu.

Ögghh!

Evet evet, sırtüstü yatıp nefes alamamak sorun. Evet evet...

Aralık 26, 2005

Duyuru

Profesyonel iş yaşamı çerçevesinde değerlendirilebilecek her türlü konu, fikir ve görüş artık sadece henüz devraldığım hülle blog www.saire'de... Günlük hayattan özel kesitler ve son gelişmeler ise burada yer almaya devam edecek.

Yılın son haftası...

Evet, yılbaşına çok az bir süre kaldı ama nedense ben hâlâ o ruh halinde değilim. Normalde yılbaşı geceleri için haftalar öncesinden hazırlıklara başlar, hoş bir heyecan sarardı beni lâkin bu kez öyle olmadı.

Aslında sanıldığı gibi kötü bir ruh hali değil bu. Biraz fazla 'rahatlık' olarak tanımlanabilir.

Bu yılbaşının cumartersiyi pazara bağlayan geceye denk gelme şerefsizliği de bunda etkili... Yılbaşı dediğin perşembeye ya da pazartesiye denk gelir, değil mi ama?

İyi haftalar...

Aralık 25, 2005

Bölü 2

Tek yumurta ikizi ile ilgilenmekten burası daha da ihmal edilecekmiş gibi görünüyor maalesef...

Hayata dair notlar: Damat kuşumuz Çıtır, gelin hanım Tosun'un kafesine içgüveysi olarak yerleşmiş bulunmaktadır. :)

Aralık 17, 2005

Aggh

Sabah, sabah dediğim saat 12'de yataktan kalkamadım. Rezil bir öksürük, nefes darlığı, baş ağrısı, kırgınlık... Üşütmüşüm sizin anlayacağınız.

Yine de cumartesi cumartesi işteyim. Çabucak bir kaç şeyi halledip kaçasım var, başım hâlâ çatlıyor...

Aralık 16, 2005

İnternet alternatif mecra değil!

Reklamverenler nezdinde hâlâ aşılamayan bir önyargıyla senelerdir karşı karşıyayız: “İnternet, alternatif mecradır!” Bunun ne denli yanlış ve markalar için ne kadar tehlikeli bir önyargı olduğunu ortaya koymak, bu sektörde faaliyet gösteren ‘interaktif pazarlama iletişimcileri’ için vazgeçilmez bir görev halini alıyor…

İnternet 15 yıldır insanlığın hizmetinde… 1990 yılında Tim Berners-Lee’nin tohumlarını attığı world wide web (www) ve üzerine inşa edilen http platformu, belki de son 20 yılın insanlığı en çok etkileyen buluşu. Bugün bulunduğumuz noktadan bakıldığındaysa görünüm gün gibi ortada: “İnternet, gerçek bir nimet!”

Bugün İnternetin etkilediği geniş alanı daha net biçimde ortaya koymak için 21 Kasım 2005 günü güncellenmiş bir istatistiği sizlerle paylaşmak isterim:



Yüzde 411’lik müthiş büyüme!
Bu tabloyu okumayı ve yorumlamayı sadece iki noktaya dikkatlerinizi çekerek size bırakıyorum: 1 milyara yakın insan online vaziyette ve İnternete erişen kitle çok büyük bir hızla artıyor. Orta ve az gelişmiş bölgelerde ise bu büyüme çok ama çok daha hızlı gerçekleşiyor.


Şimdi dönüp Türkiye’ye bir göz atalım… Yukarıdaki verileri sunan internetworldstats.com’un en güncel araştırma sonuçlarına göre Türkiye’nin 2005 yılındaki tahmini nüfusu 73.556.173, İnternete erişen kişi sayısı 10.220.000. Bu sayının ülke nüfusuna oranı ise % 13,9 ki bu sayı Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 16 Kasım 2005’te sonuçlarını açıkladığı "Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanımı" istatistiği ile de birebir örtüşüyor.

Tüm bu sayıların yanında en anlamlı olanıysa bence son beş yıldaki büyüme: Tam tamına yüzde 411!

Bu online kitle de kim?
Yine DİE verilerine göre ülkemizde Lise ve dengi okul mezunlarının yaklaşık yüzde 35’i, üniversite ve üzeri eğitim sahibi olanların da yüzde 70’e yakını İnternet kullanıyor. Gayet güzel; isterseniz sinsi araştırmalarımızı biraz daha derinleştirelim ve sadece İnternete erişilenleri değil, içlerinden en aktif ve katılımcı olanların da kimler olduğunu sorgulayalım:

Geçtiğimiz aylarda yaptığımız ve interaktif kampanyalara katılmış tüm tekil kişilerin profilini ortaya koyduğumuz araştırmamızda bizim için mutluluk verici, reklamverenler için ise ağız sulandırıcı bir sonuçla karşılaşmıştık. 91 bin 443 kişi üzerinde yapılan araştırmaya göre bu kitlenin %55,41 gibi bir çoğunluğu 25 -35 yaş grubunda yer alıyor. İkinci en büyük grup ise %21,58'lik bir oranla 35 - 50 yaş grubu... Araştırma grubunun tam %57,15'i üniversite mezunu. Lisansüstü eğitime sahip olanların oranı ise başka mecralarla ulaşılabilen kitlelere göre çok yüksek bir oran: %9,18. Bu katılımcı online kitle %52,49 - %47,51 oranlarıyla kadın - erkek yoğunluğu açısından dengeli bir topluluk. Medeni durumda da aynı denge görülüyor: %51,96 Evli, %48,04 bekâr. %59,34'ü İstanbul'da yaşıyor, İstanbul'u %17,22 ile Ankara ve %10,85 ile İzmir şehirleri izliyor.

Kitle tamam, peki ya etki?Yukarıda net bir profilini ortaya koymaya çalıştığım bu kitleye erişerek onların satın alma kararlarını etkilemeyi istemeyecek bir marka yoktur diye düşünüyor ve başka bir parametreyi daha kısaca irdelemek istiyorum şimdi de: Etki

Küçük ve keyifli bir test yardımıyla şu ‘etki’ ne derecede güçlüdür kabaca bir bakalım… Yanıtlarken samimi olun ve lütfen meslek erbabı olarak değil, son kullanıcı gibi davranın!

1) Bir markaya ait aşağıdakilerden hangisini bakıp inceleyerek daha çok vakit geçirirsiniz?
a. TV reklamını
b. Gazete / dergi ilanını
c. Açıkhava reklamlarını
d. İnternet sitesini

2) Bir marka / firmanın bir ürün ya da hizmeti hakkında bilgilenmek için ne yaparsınız?
a. Telefon ederim
b. Mektup yollarım
c. İnternet sitesini ziyaret ederim

İlk soruyu d, ikincisini ise c olarak yanıtladıysanız bu yazıyı okumaya devam edebilirsiniz…

İnterneti doğru konumlandırmak
Etki üzerinde dururken diğer mecralara karşı kılıç kuşanıyor gibi bir izlenim uyandırmışsam emin olun ki niyetim kesinlikle bu değil; ama geleceğim nokta şudur:

“İnternet, entegre pazarlama iletişimi için kullanılması mecburi olan eşit değerdeki mecralardan sadece biridir”

Anlayan çoktan anladı ama işimizi garantiye alıp biraz daha açalım: İletişim stratejileriniz çerçevesinde mesajlarınızı doğru ve etkin biçimde hedef kitlenize iletmek istiyorsanız, gazete, dergi, outdoor, TV, İnternet ve diğer mecraları, kendi doğalarına uygun yöntemlerle ve dengeli bir ağırlıkta kullanmanız gerekir. Bu denge de markaya, ürüne/hizmete göre farklılaşır. Buradaki diğer bir anahtar cümle de şu: “Doğalarına uygun yöntemlerle”

Gazete ve dergiler için hazırladıkları ilanların aynısını yeniden boyutlandırarak portallarla banner olarak veren marka yöneticileri lütfen beni affetsinler; çünkü buna ‘interneti kullanmak’ demek mümkün görünmüyor! İnternetin en etkin biçimde nasıl kullanılabileceği konusunu önümüzdeki haftaya bırakıyor ama ipucunu da vermeden edemiyorum: İnternetin sihirli değneğini kullanın: “İnteraktivite”

Doğal akışıyla şekillenen ve değişen günümüz reklam sektörü içinde tek bir kişinin ‘çığırtkanlığı’ İnternetin “alternatif bir mecra” olarak görülme sorununu tabi ki çözemeyecektir, ancak aranızdan bir kişinin bile bu satırları okuduktan sonra yazının başlığını anlamlandırabilmiş olması benim için mutluluk kaynağı olacaktır.

Önümüzdeki ay tekrar buluşmak ümidiyle,


Reklam Dergisi, Sayı:3, Ocak 06

Şirketler, web yönetimini öğreniyor…

İnternet konusundaki yönetimsel çalışmaların, sırf işin içinde ‘bilgisayar teknolojileri’ olduğu için bilgi işlem departmanlarına devredildiği günler ne mutlu ki artık geride kalıyor. Günümüzde şirketler, web tabanlı projeleri, ‘entegre pazarlama iletişimi’ çalışmalarının önemli bir parçası olarak görmeyi öğreniyor gibiler…

Gerçekten de, neredeyse birkaç yıl öncesine kadar ülkemizde İnternet, tamamen bilgisayar uzmanlığı gerektiren bir alan olarak değerlendiriliyor ve şirketler, İnternet tabanlı çalışmalarını bilgisayar teknolojileri ile ilgili departmanlarının gözetiminde sürdürüyorlardı. İnternetin aslında bir ‘pazarlama iletişimi aracı’ olduğunun en sonunda ‘öğrenilmesi’ sayesinde, bu yaklaşım yerini artık doğru yapılanmalara bırakmaya başladı.

İnternet mecrasının konumlandırılması

Şirketlerin, kendilerine uygun ve doğru bir yapı oluşturabilmeleri için öncelikle İnternet merkezli çalışmalarında nasıl bir strateji uygulanacakları konusunda net kararlar vermeleri gerekiyor. Günümüzde İnternetin sunduğu olanaklarla yapılabilecekler neredeyse sınırsız olduğu için, bu vizyon doğrultusunda çizilecek yön de çok önemli… Bir örnek vermek gerekirse, İnternet yoluyla online olarak ürün ve hizmet satacak bir şirket ile algı yönetimi çerçevesinde markasına değer katacak şık ve bilgi yoğun bir web sitesini tercih eden bir şirketin İnternet yönetimi için kurguladığı organizasyon yapısı, insan kaynağı miktarı ve niteliği hiç kuşkusuz ki aynı olmayacaktır. Bunun da ötesinde, pazarlama iletişiminde İnternet mecrasına verilecek ağırlığın miktarı da bu yönetimi etkileyecek unsurlar arasında bulunuyor.

Nasıl bir organizasyon?
Aslında, İnternetin yanlış bir yapı ve insan kaynağı ile yönetilmesi sorunu, tek başına İnternet kaynaklı bir sorun olarak karşımıza çıkmıyor. Zira, etkili İnternet yönetimi için gereken doğru organizasyon yapısı, diğer iletişim çalışmalarının yönetimini de doğrudan etkiliyor.

Öncelikle, ‘pazarlama iletişimi’ faaliyetlerinin başlı başına bir uzmanlık alanı olduğu gerçeğini kabul ederek yola başlamak gerekiyor. İşte buradan hareketle, şirketlerin iç ve dış müşterileriyle temas kurduğu / çift taraflı etkileşim içine girdiği tüm mecraların ve bu mecralara bağlı çalışmaların tek bir merkezden yönetilmesi gereği ortaya çıkıyor. İşte bu merkez, tamamen ‘kurumsal pazarlama iletişimi’ odaklı çalışmaları yönetecek bir yapı olarak şekilleniyor.

Yukarıda ‘iç ve dış müşterilere temas edilen her nokta’ diye tabir ettiğimiz ve ‘kurumsal iletişim’ çerçevesi içine giren alanlara kısaca bir göz gezdirelim:

TV ve radyo reklamları, basılı mecralar için ilan çalışmaları, sponsorluklar, PR çalışmaları, tüm basılı ve görsel –diğer- materyaller, kurum kimliği çalışmaları, bayi dekorasyonu, fuar ve benzeri etkinlikler, POP materyalleri ve tabii ki İnternet!

Tek elden İnternet yönetimi
Şimdi de asıl konumuza, yani İnternete odaklanalım… Buraya kadar, hep İnternetin önemli bir pazarlama iletişimi aracı olduğunun altını çizdik. İşte bu nedenle, kurumsal anlamda İnternet yönetiminin, kurumsal pazarlama iletişiminde kullanılan diğer araçlarla birlikte yönetilmesi gerekiyor. Tabii ki, bu konuda yetkin bir insan kaynağı ile…

Şirketlerin büyüklüklerine göre ideal yapı değişiklik gösterebilmekle birlikte, sonuç olarak karşımıza şöyle bir yapı çıkıyor: Şirketin özellikle pazarlama birimi olmak üzere tüm birimleriyle dirsek temasıyla çalışacak merkezi bir kurumsal pazarlama iletişimi departmanı ve bu departman içinde belli konulardan sorumu birimler. İnternet ve İnternet merkezli interaktif pazarlama çalışmalarının ise, mutlak surette, bu birimlerden birisinin tek sorumluluğu olarak tanımlanması gerekiyor.

Günümüzde, bu oluşumun gereğini özümseyen ve benzer organizasyon biçimlerini uygulayan şirketler, interaktif pazarlamadan sorumlu birimlerini e-trade, e-ticaret, e-commerce, e-marketing, e-pazarlama gibi isimlerle adlandırıyorlar

Aslında, şirketlerde yukarıda ifade ettiğimiz bu yapının oluşması bir ‘seçenek’ değil, bir ‘zorunluluk’ gibi görünüyor. Özellikle de İnternet özelinde yapılabilecek çalışmaların kapsamı dikkate alındığında…

Böyle bir yapıda, İnternet ve interaktif mecralardan sorumlu birimin bazı sorumluklarına kısaca bir göz gezdirelim:

» Tüm İnternet odaklı çalışmaları yaratıp uygulayacak ajans(lar) ile ilişkilerin yürütülmesi
» Şirket / markanın web sitesinin iş ve iletişim hedeflerinin belirlenmesi ve bu doğrultuda bir web sitesi hayata geçirilmesi
» Web sitesi yayınının denetimi, yönetimi ve beslenmesi
» Site güncellemeleri ve siteyi besleyecek bilgilerin derlenmesi konusunda kurum içi bilgi akışının sağlanması ve koordinasyonu
» Süregelen iletişim çalışmalarının interaktif mecra için uyarlanması ya da buna paralel yeni konseptler tasarlanması ve uygulanması
» Çeşitli interaktif uygulamalarla birebir pazarlama için hedef kitle verisi toplanması ve CRM veritabanı oluşturulması / yönetimi
» Online medya planlaması
» Sektörün ve rakiplerin İnternet mecrasındaki faaliyetlerinin takibi ve analizi
» Orta ve uzun vadeli İnternet stratejilerinin belirlenmesi
» Performans değerlendirme ve raporlama
» Veritabanı analizi ve hedefe yönelik interaktif birebir pazarlama projelerinin tasarlanması ve uygulanması

Bu departman içinde görevlendirilecek insan kaynağının önemi de unutulmamalı… Bu kaynakların,

» İletişim ve pazarlama alanında donanımı olmalı
» İnternet ve ‘internet kanalıyla kurumsal pazarlama iletişimi’ hakkında bilgi birikimi olmalı
» Bilişim konusundaki değil, iletişim veya pazarlama alanındaki uzmanlıkları öncelikli önemi taşımakla birlikte aynı zamanda internet ve bilgi teknolojileri konusunda da donanımlı kişiler bu pozisyon için daha uygundur.

Sizce de geleceğin dev mecrası İnternet, kendine özel bir kurumsal yönetim biçimini hak etmiyor mu?

Reklam Dergisi Sayı:2 Aralık 05

Bıdıbıdı...

Yine benden hayır yok uzun zamandır... Dedim ki madem sağa sola bir sürü şey yazıyorum, onları da ekleyeyim buraya, bulunsun.

İki tane ardarda geliyor...

Aralık 11, 2005

Yanıyorrr!

Bilen bilir; çok güzel tost yaparım, yiyen delirir...

Gecenin bir yarısı kendime yapasım geldi ufak bir kıyıntı niyetine... Ekmek dilimlerinin içine acı biber salçası sürdüm bu kez sadece, acıyı seviyorum diye.... Fazla kaçırmışım. Hepsini ağlaya ağlaya yedim ama...

Ölüyorum; şu satırları yazarken alev alev yanıyorum. Düşünün; bloga yazı girecek kadar yanıyorum!

Aman aman siz siz olun, tost yaparken ekmeğe sadece ve bol miktarda acı biber salçası falan sürmeyin.

Yangın vaaaar!

Cumartesi 'kasması'

"Bugün cumartesi, yarın iş yok, o halde içip sıçıp tatilin keyfini çıkarmalıyım" zorlaması kısaca...

Şu anda baktığım saat 2.48 diyor... FIFA 06 oynadım oynadım sıkıldım. Şimdi cember.net'te ne var ne yok diye bakıyorum. MSN'de de tanıdık tunuduk eleman yok.

Sıkıldım.

Aralık 10, 2005

Tembellik havası...

Elimi kıpırdatasım yok... Kalk, bir saat ayılmaya uğraş, kahvaltı et, uzan ve sız... Kalk, bir saat ayılmaya uğraş... Bakalım nadide cumartesim nasıl nihayete erecek? :)

Herşeyin Kısa Tarihi

Uzun süredir ne zaman, ne de zevkime göre okuyacak kitap bulabiliyordum. Bilenler bilir; bana yeni bir şeyler öğretmeyen kitapları okumam.

Geçenlerde buldum: "Hemen Herşeyin Kısa Tarihi"

Kitap, bilim dünyasında dünden bugüne geçilen önemli tüm kilometre taşlarını, anahtar kişileri de işin içine katarak, bilimsel fakat 'hard' gerçekleri mümkün olduğunca 'light' ve keyifli bir üslupla anlatıyor.

Daha 1/6'sı bitti bitmedi. Benzer konuları işleyen nice kitap okumuş, anlatılanların bir kısmını biliyor olsam da hem yeni şeyler öğrendim, hem de iyiden iyiye boşluğa düştüm.

Samanyolu galaksisi içinde milyarlarca güneş sisteminin içinde minicik bir gezegen üzerinde bir nokta... Üstelik bunun gibi galaksilerden tahminen -ki bence kat be kat fazladır- 140 milyar tane var...

Seneler önce geldiğim noktaya geldim bir an:

"Yalan dünya, herşey bomboş..."

Aralık 05, 2005

Geleneksel yılsonu kaosu...

Bizde hep böyle... Tüm yeni müşterilerin, projelerin sayısı "yılbaşı" itici gazıyla tavana vurur; olan çalışana olur.

Müşterinin tuzu kuru: "Parasını verdim, seni satın aldım, yapacaksın!"

Patronun tuzu kuru: "Parasını aldım, maaşını veriyorum, yapacaksın!"

Vurun ulan vurun, siz de vurun!

Pazarları pazartesilere bağlayan gecelerin karşı konulmaz melankolik depresifliği içindeyim yine...

Paradoks...

Çocukluğumuzda pek bir modaydı; ergenliğe adım atmakta olan her öğrencinin -özellikle de kızların- günlükleri vardı. Kimisi elden ele gezer, arkadaşlara ayrılan sayfalara "sepet sepet yumurta" diye başlayan abidik mesajlar yazılırdı. Kimileri de pahalı ve afiliydi. Asma kilitleri ya da buna benzer kilit mekanizmaları vardı ki her önüne gelen okuyamasın.

Diyeceğim o ki, bu web günlüğü denen zıkkımın asma kilidi falan yok. Sırf bu yüzden her istediğimi ve her aklımdan geçeni yazamadığımı ve bu nedenle de fena tazyik altında olduğumu iyiden iyiye hissediyorum bu aralar.

Eee; ne boka yaradı ki şimdi bu?

Aralık 01, 2005

Türk futbolunun karşı konulmaz çöküşü...

Milli Takım, FB, GS, BJK... Sınırlar ötesine çıkınca beş paralık olan onur, gurur...

Bir umuttur diye BJK - Zenit maçını izledim. Okkalı bir "nah" yedim yüzüme...

"Yenildik ama ezilmedik" diye kendimizi avuttuğumuz seksenli yıllara dönmekten korkuyorum. Ey taraftar! Denizli'nin GS'nin başındayken ettiği bir laf vardır ki çok doğrudur: "İki-üç sene önce kimin şampiyon olduğu unutulur ama UEFA'da (bunu uluslararası başarı diye yorumlayabiliriz) elde edilen başarılar unutulmaz."

Bu yüzden kendimiz çalıp kendimiz oynamayalım. İtmişim Süper Lig'i; ha o ha bu... Bana ne şampiyondan, milletçe itibarımız yerle yeksan olmuşsa?