Nisan 30, 2005

95%

Son yüzde 10'luk kısım öldürücü şiddette olsa da, sona az kaldı... Dün gece 01.00'i geçiyordu ofisten çıktığımda... Bugün, yine bir cumartesi günü, yine şirketteyim...

Her ne kadar pazartesi itibariyle yeni işler başıma ekşiyecekse de bu denli şiddetli olmayacaktır diye düşünüyorum. En azından bir süre hafta sonları yatayım istiyorum. Malaklar gibi hem de...

Ha gayret...

Nisan 28, 2005

loading... 85%

Delice iş koşuşturması sürmekle birlikte CPU'ya binen yük azaldı, işlerin yüzde 85'i bitti, pazartesi günü sabah itibariyle de hepsi bitecek hayırlısıyla...

Sonraki işlere 'çerez' diyebiliriz...

Son verdiğimiz tekliflerden biri eşek büyüklüğünde bir account, kabul edilirse Mayıs ayında da 'sıçtık' demektir...

Gecikmiş kayıtlar

Her izlediğim filmi buraya kaydettiğimden kelli, zamansızlıktan ötürü yazamadıklarımı isimleriyle geçeyim: Pact of Silence, Collateral, Scent of a Woman

Bir de istanbul.com'daki son iki yazımı buraya eklememişim. Ahadır:

20 Nisan 2005 / 27 Nisan 2005


Şeytan tanıdık çıktı...

fzg 666. ziyaretçi oldu. Helal olsun valla...

Nisan 26, 2005

666 geliyor!

Şu andan itibaren buraya uğrayacak 2. kişi 666. kişi olacak.

:))

Kampanya insanları...

Yarın sabah 08.00 itibariyle yayında olacak kampanya için sürünmemiz sürüyor. Bu gece ne olur artık bilinmez... Sabahlar mıyım, bir köşede sızar mıyım?

Dinlenmek istiyorum...

Nisan 25, 2005

666. ziyaretçi...

Az kaldı...

666. ziyaretçim her kim olacaksa kendine dikkat etsin. Tesadüfün altında anlam falan aranır, bulunur; şeytan meytan, aman uzak durmak lâzım...

;-)

Seyir Webteri'ne Not: Şu an ziyaretçi sayısı 653...

Boncuk takacaklar...

Çalışıyorum bayanlar baylar, çalışıyorum... Şu saat itibariyle yine ofisteyim ve muhtemelen yarın da aynı şey olacak...

Sonunda boncuk takılacak ya, onu bekliyoruz dört gözle (!)

Nisan 22, 2005

Ofiste daralınca yapılacaklar

Hela tarafına gidilir. İhtiyaç olmasa da iş görülür. Sonra eller dirseklere kadar uzun uzun yıkanır, surata deliler gibi su çarpılır, gerekirse kafa da ıslatılır. İyice kurulanılır, masaya dönülür, ağza bir adet mint atılır, çantadaki parfümden iki 'fıs' gerdan nahiyesine sıkılır. Cam açılır, 20 defa derin nefes alınır. Bilgisayar başına geri dönülür.

Bu, insanı 2 saat daha idare eder...

Çalışın köleler!

Buradayııım!

Evet, yine ilgilenemedim burayla günlerdir. Ama öylesine çok iş var ki, eve gelince 'malak' gibi yatmaktan başka bir şey yapamıyorum...

Nisan 15, 2005

miniclip.com

Girin buraya, saatler nasıl geçiyor fark etmeyin... Yüzlerce muhteşem flash ve shockwave oyun... Bir nevi cennet yani...

:))

Uykulu hafta...

Bu hafta neredeyse her gün geceyarısını geçmeden hosur hosur uyudum... Evde bilgisayar keyfi yapamamak iyi gelmedi pek. Yine uykum var ama bu kez direniyorum. Direngen bir kişiyim. Evet evet öyleyim...

Nisan 11, 2005

Uzak haftasonu sendromu

Cumartesi ve pazar günü de çalışınca Pazartesi sendromu daha bir garip oluyormuş... Hatta önümüzdeki haftasonu da çalışılacak olma ihtimalini düşününce sendrom sapıtıyor, tüm haftaya yaygın bir 'uzak haftasonu ve tatil özlemi' sendromu formuna giriveriyor.

Deniz, kum ve güneş istiyorum!

Nisan 10, 2005

Nisan 09, 2005

Cadde-i Kebir'deki biçare mahpus

İstiklal Caddesi'ne artık haftasonu çıkılmazmış. Öğrendim. Bu ne mahşerî bir kalabalık ya rabbim!

Açık bir teras ortamında bir iki bira içelim dedik, her yer tıklım tıklım... Nevizade'de takılalım dedik, yer yok! E bari Tünel'e doğru yürüyelim? Nasıl ama nasıl? İnsanlara çarpa çarpa...

Eve döndük...

Evimi seviyorum!

Not: Bahar çarptı bana... Ne baharı, hatta yaz geliverdi galiba... Ne güzel havaydı o öyle!

Güzel anlar...

Her ne kadar yarın çalışacak olsam da, şu anda, gecenin bir yarısı bilgisayarımın başında oturup orayı burayı kurcalamaktan büyük bir haz duyduğumu söylemek istedim sadece...

Bazen yaşamak çok güzel bir duygu olabiliyor...

Şükür...

Nisan 08, 2005

Bilgi = Güç (müdür?)*

İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ… İçinde bulunduğumuz çağa da ‘Bilgi Çağı’ deyip duruyoruz… Yani bilgi odaklı ve ancak bilginin ‘gerçek güç’ olduğuna inandığımız bir çağdan söz ediyoruz. Peki ya acaba gerçekten öyle mi?

İki hafta önceki ‘fark etmek’ başlıklı yazımı okudum da, kendi içimde tutarsız düşüncelere kapıldım. Her şey gibi ‘fark etmek’ ve ‘edebilmek’ de öylesine göreceli konular ki!

Bir ‘şey’i birisinin fark edip diğerinin etmemesi, o ‘şey’in tutarsızlığı mıdır; yoksa bu, ‘fark eden’le ‘etmeyen’in arasındaki farkın ta kendisi midir?

Merak etmeyin, delirmiyorum henüz… Ama buradan bir sonuca vardım ki bu yazıya başladım. Ne mi? Şudur efendim: Fark, bilgidir… İnsan, bilmediği şeyi fark edemez…

Sizi de kafamda yaşadığım çağrışım silsilesine sürüklüyorum, affınıza sığınıyorum, ama işte tam bu noktada ‘bilgi güçtür’ diye bir ses çınladı kulaklarımda. Öyle ya; özlü bir söz konumuna getirilen bu iki müteakip kelime, bir yanıyla ne kadar ‘doğru’, diğer yanıyla da ne kadar ‘yanlış’ aslında… Gelin, doğru ve yanlışları yine hep birlikte keşfedelim, hep birlikte bundan dersler çıkaralım çıkarabildiğimizce…

Geçtiğimiz günlerde, bir televizyon dizisinde, bu konuda bir diyalog geçiyordu. Kötü karakter, büyük bir ihaleyle ilgili rakip firmanın vereceği teklifi, bir başka firmaya, bedeli karşılığında sağlayabileceğini söylüyordu. Pazarlık tıkandığında da masadan kalkıp giden karakteri diğerleri durduruyor ve diyorlardı ki: “Bilgi sende, demek ki güçlü olan sensin. Tamam, anlaştık!”

İşte size en basit örnek…

Peki aynı olaya şu açıdan bakalım: Bu ‘kötü adamın’ sahip olduğu bilgi, onu sizin karşınızda güçlü kılar mı?

Efendim? Tabi ki haklısınız; ihaleyle işiniz yoksa neden umurunuzda olsun ki?

Demek ki neymiş? Her bilgi ‘güç’ değilmiş…

Peki ya sizin ‘gücünüz’ olduğunu sandığınız bilgilerinizin hayatta size en ufak bir kuvvet kazandırmadığını fark ederseniz ne hissedersiniz?

Kötü…

Başta ne demiştik bir kez daha tekrarlayalım: “İnsan, bilmediği şeyi fark edemez…”

Bakın konu nasıl düğümleniyor: Sizin bilginize –ucundan da olsa- sahip olmayanlar, sizin ‘farkınızı’ fark edemez ve sizi hakkıyla değerlendiremezler; siz de sahip olduğunuz tüm bilgilere ‘boşuna beynimde yer işgal etmekten başka bir işe yaramaz mısınız?’ diye isyan edersiniz…

Bunu azıcık daha açayım mı? Mesela, imla kurallarından ve gramerden bihaber bir okuyucum, beni ‘hatasız yazabildiğim için’ takdir edebilir mi?

Atalarımız ne güzel söylemiş: “Kelin ilacı olsa, başına sürer!”

“Eee, peki bu konunun İstanbul ve istanbul.com’la ne ilgisi var?” diye soranlara hemen cevap vereyim: Siz yeter ki isteyin; ilginin alâsını kurayım size anında:

Bilgi, kitlesel hale gelince kuvvetleniyor… Mesela; iyi ve doğru televizyon yayıncılığının nasıl olması gerektiği konusunda tüm ülke bilgili ve seçici olsa, bu konuda bilgili olan yönetmenler, yapımcılar sektörde ‘çok daha değerli’ olmaz mı? Ama şimdi? İyi yönetmenle kötüsü arasında ya fark yok, ya da tam tersine, bilgi gerçek güç olmadığı için, ‘en kötüleri’ paraya para demezken, ‘pırlanta gibileri’ ise boş gezip iş arıyor…

Bir örnek bu sadece…

Yine aynı nedenle, “iyi oyuncu - kötü oyuncu”, “iyi çalışan - kötü çalışan”, “iyi terzi - kötü terzi”, “iyi bakkal - kötü bakkal” farkları, ‘bilginin topluma yayılmamış olması’ sebebiyle fark edilmiyor. İşte bu yüzden de kötü olan yerilmiyor, iyi olan da takdir görmüyor…

Boşuna “halklar, hak ettikleri biçimde yönetilirler” dememiş birileri…

Bu köşedeki yazılarda da, haberlerimize yazılan yorumlarda da, İstanbul hakkında çok şeyden yakınıyoruz, sızlanıyoruz; kimi zaman kızıyoruz, feveran ediyoruz… Hepimiz zifiri karanlıkta birer mum yakmaya gayret ediyoruz ama ortalık aydınlanmıyor bir türlü… Neden? Çünkü bilgi, ‘her yerde’ değil…

Cem Yılmaz, son meşhur reklamında “eğitim şart” diyordu da gülüyorduk. Aha işte geldik, yine aynı yere kilitlendik. Yalan mı söylüyormuş ama?

Çevre kirliliğinin getireceği vahim sonuçlar, çarpık kentleşmenin gelecekte doğuracakları, aile içi eğitimin önemi, kent kültürü ve görgüsü, doğru ve bilinçli bir öğretimin faydası, gelir adaletinin hassasiyeti ve sair binlerce başlık altında toplanabilecek ‘bilgi’, tüm İstanbullular ve hatta Türkiye sathında yaygınlaşmış bir ‘kitlesel bilgi’ halini almadıkça, İstanbul’un ve ülkemizin sorunları da kolay kolay çözüm bulamayacaktır.

Yoksa bir bilge çıkar, Boğaz’ı temizler; bin cahil çıkar, çöpünü denize döker…

Neye yaradı? Hani bilgi ‘güç’tü?

Bilgi çağında, bilginin tüm topluma hakim olması temennisiyle…


*istanbul.com'daki yeni yazımdır

Nisan 05, 2005

-almost- dead blog

Geberttim burayı da... Oysa nasıl hevesli ve niyetliydim haftada bir kaç kez de olsa buralara 'neler olup bittiğini' karalamaya...

Maymun iştahlı mıyım acaba? Belki de...

27 Mart'tan bu yana neler oldu?... Hmm... Saece bir buçuk film seyrettim mesela... Collateral ve The Pact of Silence... Senelik film izleme arşivime kaydı geçsin diye yazıyorum. Efendim sonra 512'lik net hattım boşa gitmesin gazıyla torren ortamlarına dalarak film indirmeye başladım ve ilk filmim indi: Scarface (1983, Al Pacino) Ama bir baktım ki dosya uzantısını tanımıyorum: mkv. Meğer Matroska diye bir codec uzantısıymış Matroska codec pack yüklenince her player oynatıyor. Altyazı da buldum; cillop! Haftasonu seyir günü artık...

Haa, bir de üst kattan alt kata geçtim. Kâğıt üstünde terfi gibi görünse de bunun banka hesabına bir yansıması yok. Yine de 'hayırlısı' diyelim her zamanki gibi bakalım...

Şimdilik bu kadar. Daha sık uğramaya çalışacağım; kendime söz veriyorum...